HOŞ GELDİNİZ

Siyasetçi doğru olanı değil , uygun olanı söyler.

11 Eylül 2011 Pazar

Kim görebildi ki filmin sonunu?..

Hasan Cemal / 11.09.2011


Mihri abinin filmin sonunu görmek gibi bir beklentisi var mıydı hayattan? Sanmıyorum. Ama doksan küsur yıl boyunca hep filmin sonunu görecekmiş gibi yaşayanlardan biriydi o...
Hatıralar, dipsiz bir kuyu gibi içine çekiyor beni... Bu cümle sanıyorum ilk kez sevgili meslektaşım Örsan Öymen’in 1987’de beni o çok üzen beklenmedik ölümü üzerine kalemimin ucuna takılmıştı.
Böyle diyorum, zira o yıllarda daktiloyu bırakmış her şeyimi, köşe yazılarımı da, kitaplarımı da kâğıt kalemle yazıyordum.
Tatildeyken Mihri Belli’nin ölüm haberi gelince de aynı duygulara kapıldım. Anılar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip yittiler.
Gençliğin ’68 başkaldırısıyla, ordu içinde cuntalar ve darbe tertipleriyle, Doğan Avcıoğlu ve Devrim dergisiyle, 12 Mart Muhtırası ve faşizmiyle, Deniz Gezmişler’in idamlarıyla...
Kendi kişisel tarihimin içinde benim siyasal yapımı da şekillendiren bu anababa günlerinde Mihri abi de vardı.
Çenesindeki Yunan İç Savaşı’ndan kalma yara iziyle bakışları daha da sertleşir, deler gibi bakardı.
Babacan bir insandı.
Delikanlı bir havası vardı. Etrafına bu havayı basmayı da severdi galiba...
Onu dinlemekten hoşlanırdım.
Sohbeti tatlıydı.
Bazı akşamlar Uluç Gürkan’la evine uğrardık. Bir keresinde Mahir Çayan’a da rastlamıştım. Mihri abinin kolunu Mahir Çayan’ın omzuna atarak, ondan ‘geleceğin devrimci lideri’ diye bahsettiğini hatırlıyorum.
Kendi devrim anılarını anlatırdı. Amerika’daki komünistlik yıllarını, TKP’lilerin tutuklandığı 1951 Tevkifatı’nı, Sirkeci’deki Sansaryan Hanı’nda geçen acılı zamanları...
Uluç’u özellikle severdi.
Çünkü Uluç Gürkan, yanlış hatırlamıyorsam, Mülkiye’de Ortanın Solu derneğinin başkanlığını yaparken Mihri Belli’yi uzun yıllardan sonra ilk kez öğrenci kitlesinin önüne ya da legale çıkmasını sağlamıştı.
Mihri Belli, Doğan Avcıoğlu’nu önemserdi. Arada bir bizim Devrim dergisinin Kızılay’da, Adakale sokağındaki bürosuna uğrar, Doğan beyle birlikte kesif cigara dumanlı küçük odaya kapanırlardı.
Deniz Gezmiş’i de anımsıyorum Devrim bürosundan. Bir keresinde Filistin’deki kamplardan yeni dönmüştü. Üstünde haki renkli gerilla üniforması, ayağında uzun konçlu lastik botlar vardı.
Boylu poslu yakışıklı bir gençti.
Bize gülerek sormuştu:
“Marksist cunta ne zaman gelecek?..”
Sanıyorum, Deniz Gezmiş’in ince bir alayla altını çizdiği bu beklenti 1960’ların sonunda Mihri abide de vardı.
Askerin içinden sol darbe gelecek ve Türkiye’de devrimin yolu böyle açılacaktı. Böyle bir beklenti nedeniyle, meydanlarda gençliğin bir bölümü sloganlar atmaya başlamıştı:
“Ordu gençlik el ele, milli cephede!”
Biz de bu sloganları Devrim dergisinin manşetine çeker, askeri darbe yolunda kışkırtırdık...
Mihri abi, o tarihlerde TİP’lileri, TKP’lileri fena halde kızdıran ve onların husumetini çeken Milli Demokratik Devrim (MDD) çizgisini savunurdu.
Evet, anababa günleriydi.
Devrimci heyecan yaşanıyordu.
Ama asker darbe yaptı.
Denizler asıldı.
Doğan beyler hapse atıldı.
Mihri abi yurtdışına kaçtı, yeni ve uzun bir sürgün dönemine adım attı.
Mihri Belli’nin ölüm haberi gelince o soru işareti yine çengelini zihnime astı:
Filmin sonunu kim görebildi ki?..
Mihri abinin hayattan böyle bir beklentisi var mıydı?
Sanmıyorum.
Ama doksan küsur yıl boyunca hep filmin sonunu görecekmiş gibi yaşayanlardan biriydi Mihri Belli de...
Dik durdu hayatta.
Kendi inançları uğruna sürekli mücadele etti. ‘Kavga’dan kopmadı, hep içinde kaldı siyasal kavganın...
İkinci Dünya Savaşı sonrasında sıkı bir komünist olarak Amerika’dan Türkiye’ye dönerken, devrim konusunda Türkiye’de de, Doğu Avrupa’daki gibi Kızıl Ordu’ya bağladıkları umudu Mihri abiden dinlemiştim.
Halil Berktay, Mihri Belli’nin ölümü üzerine Taraf’ta yazdığı yazısını şöyle bitirmiş:
“Anıların dünyası.
Uluslararası komünist hareketin dünyası.
Anti-faşizmin, sahte pasaportların, İspanya ve Yunanistan iç savaşlarının dünyası...
O dünya, o Türkiye yok artık.”
Sevim Belli’ye başsağlığı diliyorum.
İyi pazarlar!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder