HOŞ GELDİNİZ

Siyasetçi doğru olanı değil , uygun olanı söyler.

29 Aralık 2009 Salı

2009 finans 2010

2009 , 2008 ' den sonra geldiği için şanslı bir yıldı, finans açısından.
DJ hep yükseldi , aynı zamanda imkb de.
Amerikan doları hep yerinde saydı , Avustralya ve Kanada dolarları yükseldi.
2009 galibi herhalde İsviçre frangı oldu. 1 USD = 1 CHF oldu.
Sterlin dolar gibiydi , japon yeni iyi performans sergiledi.
Altın tek kelimeyle kudurdu.
Bunlar 2009 ' un özetiydi.
2010 için herzamanki tesbitimde ısrar ediyorum.
Borsa tek yıllarda verir , çift yıllarda alır . Yani imkb 2010 da düşebilir.
Bu demektir ki DJ da düşebilir. Tabii ki imkb düştüğü için değil . Önce DJ sonra imkb düşebilir.
Yine bu demektir ki dolar güçlenecek . Bu açılıma göre euro / usd paritesi de küçülecektir.
Bence 2010 ' da ABD çok güçlü olacak , Avrupa sarsılacak . Avrupadaki çatlaklar finans sektöründe olacağı için borsalara yansıyacaktır.
2010 da iki faktör belirleyici olacaktır. Birincisi IMF ile anlaşma diğeri erken seçimdir. Eğer erken seçim olur ve IMF ile anlaşma olmazsa haklılığım çok kolay ıspatlanacaktır. Zaten erken seçim ihtimali olursa , iktidar IMF ile anlaşma yapmayacaktır . Böylece seçim harcamalarında mali disipline esir olmayacaktır.

Yılın sürprizi 1 USD = 1 EURO olabilir.

Hisse olarak favorilerim :
Adana A5.10-B2.98-C0.52 ,eczacıbaşı ilaç 2.50, eczacıbaşı yatırım 4.84,demisaş 1.36 , soda 1.63

m. sedat saygılı 30.12.2009

28 Aralık 2009 Pazartesi

Engin ARDIÇ 02/08/2005 Biz köylüye değil, köylülüğe karşıyız

Biz köylüye değil, köylülüğe karşıyız


> Tabii John Berger'i okusaydınız, köylülüğün Avrupa'da artık
> ortadan kalktığını, bir sosyal sınıf olarak tarihe karıştığını
> öğrenecektiniz.
> Avrupa canım, hani şu, bir milyon İstanbullu ve on bir buçuk
> milyon 'köylü İstanbullu' olarak girmeye can attığınız birlik...
>
> Fakat karşı olmakla da iş bitmiyor, tarihimizde bu dönemin
> de demek ki yaşanması gerekiyor.
>
> Mesele 'geç kalmamızdan' kaynaklanıyor; bundan yüz elli yıl
> önce Fransız yazarları da 'Paris'e Burgonya ayıları doldu' diye
> acı acı yakınıyorlardı. Paris'te Baron Haussmann'ın imparatorun
> emir ve desteğiyle başlattığı büyük bir yıkım ve imar hamlesi
> vardı ve yorganını sırtına vuran köylü başkente doluşmuştu...
>
>
>
> Paris, zaman içinde bu nüfusu 'soğurdu'. Köylüler sanayi
> proletaryasına dönüştüler.
>
> Bizde lumpen oldular. Eğitim de verilemedi, iş de sağlanamadı.
>
> Üstelik onlara örnek olacak, 'norm' sağlayacak bir burjuvazi
> de yoktu; 'İstanbul terbiyesi' denilen davranışlar bütünü,
> yükselmekte olan bir burjuva sınıfının değil, yokolmaya yüz tutmuş
> bir Osmanlı görgüsünün kalıntısıydı.
>
> Ellili yıllarda 'az sayıda' gelirlerdi, ve 'bundan başka
> İstanbul yok oğlum' sloganının ezikliği altında, şehirliliği
> öğrenmeye çalışırlardı.
>
> Fakat gene de sanayileşme hızı onları 'massetmeye'
> yetmiyordu, böylece Kuştepe, Gültepe gibi gecekondu semtleri
> doğdular. Bugün oralar, yepyeni gecekondu kümelerine oranla birer
> eski Maçka, birer eski Suadiye gibi kaldılar!
>
> Sayısı artınca, lumpen artık 'şehirliye uyum sağlama'
> derdinden de vazgeçti. Hiçbir kurala aldırmamaya koyuldu.
>
> İstanbul'da her bir şehirliye on bir, on iki lumpen düşüyor
> bugün.
> Bunları hep yoksul sanmak büyük bir yanılgıdır. Zengin
> köylüler de vardır.
>
> Biz, köylüden nefret etmiyoruz, köylülükten hoşlanmıyoruz.
>
> Biz öküzlüğe karşıyız, bunu yapanın fakir öküz ya da zengin
> öküz olması bizim için hiç fark etmez!
>
> Kimilerinin kendini kandırarak 'doğruluk, dürüstlük,
> mertlik, taze süt, mis gibi yumurta, saf tereyağ' falan sandığı
> köylülük, günümüzde 'cahillik, görgüsüzlük, pislik, zevksizlik'
> demektir.
> Dolayısıyla, denize girerken donunu çıkaran bizden tepki
> görür. Fakir de olsa görür, zengin de olsa görür. Nitekim, Bağdat
> Caddesi'nde arabasının teybini bangır bangır bağırtarak hız yapan
> hayvanın, iki yüz metre ileride paçalı donuyla denizde çimen
> hayvandan hiçbir farkı yoktur. Fark, ceplerindeki para farkıdır.
>
> Yol kenarında ateş yakılmaz. Çünkü tehlikelidir. 'Halkımız
> et yesin' diye buna alkış tutulmaz. Ancak buna engel olmak için
> ortalıkta bir belediye zabıtasının bulunması, üstelik o zabıta
> memurunun da köylü olmaması gerekmektedir. Böyle olamadığı için de
> o mangallar hep yanacaklardır.
>
> Bunun dinle imanla, İslam'la da ilgisi yoktur. Biz Kuran
> kurslarına değil, 'kaçak' Kuran kurslarına karşıyız. Kaçak şoför
> kursuna da karşıyız, kaçak biçki-dikiş kursuna da karşıyız.
>
> Tuttuğumuz partiye oy yağdırıyorlar diye, dincilik ayağından
> lumpeni yüceltmekten vazgeçelim.
>
> Beni daha da çok güldürenler de, belediyenin kaçak inşaat
> yıkımına devrimcilik dümeniyle karşı çıkan ve gecekondulardan halk
> ayaklanması başlatmak umuduyla yaşayan bazı solcu dallamalardır.
>
> Çin köylüsü bile Başkan Mao'yu taşıyamadı.
>
>
> Engin ARDIÇ
>
> Akşam
> 02/08/2005

Mahir KAYNAK 14.02.2006 Siyaset sörf müdür?

Mahir KAYNAK


Siyaset sörf müdür?


Sörf yapan biri, kendi iradesi dışında oluşan dalgalar üzerinde, dengede kalmaya çalışır. Üzerinde bulunduğu denizin nasıl olacağına kendisi karar veremez. Onun işi var olanı değiştirmek değil onun gereklerine göre davranmaktır.

Siyaset de benzer şeklide algılanır. Siyasetçiler yönettikleri toplumun davranışını değiştirmezler. Yapacakları şey bu davranışlara uygun politikalar üretmektir. İnsanların dinci, milliyetçi, solcu, sağcı olmaları siyasetçinin kontrolü dışındadır. Onun görevi var olanı en uygun biçimde yönetmektir.

Siyasetçilerin kaderi de sörfçülere benzer. Acemisi en küçük bir dalgada devrilir usta olan beklenmedik bir değişikliğe kadar dengede kalabilir. Ama belirleyici olan denizdir.

Oysa gerçek siyaset, ya da üst düzey siyaset farklıdır ve bunu yapan siyasetçiler denizin nasıl olacağını da belirler. İnsanların davranışlarını kendi iradeleriyle belirlediklerini düşünmeleri boş bir kuruntudur. Bir dönem camiler bir avuç cemaat toplayabilirken kısa sürede saf tutacak yer kalmayabilir. Toplumda bir tohum halinde var olan milliyetçilik bir anda ayrık otu gibi her yeri kaplar. Uğruna canlarını vermeye hazır oldukları düşüncelerin kendilerine ait olmadığını, bazı odakların oluşturduğu siyasetlerin bir aracı olduklarını düşünmezler bile.

Birileri İslam’ın bir barış dini olduğunu söylese ve insanlara kastetmenin büyük bir günah olduğunu haykırsa bile, başkaları aynı inanç uğruna benzersiz bir kıyıcılığı sergileyebilir. Aynı amaca ulaşmak için birbirine tamamen zıt, diğerini toptan dışlayan davranışları meşru hale getiren insanın kendisi midir yoksa onu bu yola iten daha üstün bir irade var mıdır?

Böyle bir irade vardır ve gerçek siyasetçiler bunlardır. Bunlar sörf yapacakları denizin dalgalarını kendileri oluşturur ve sizi de bunun üzerinde hünerlerinizi göstermeye çağırırlar. En keyifli anınızda birden rüzgarın yön değiştirdiğini, altınızın oyulduğu fark ettiğinizde iş işten geçmiştir. Devrilirsiniz ve eğer şansınız varsa boğulmazsınız ama dağılmış olarak sahneyi terk edersiniz.

Türkiye’de tüm siyasetçiler ya da siyaseti etkilediğini sananlar başkalarının oluşturduğu dalgalar üzerinde sörf yaptılar ve hepsi de denize boyun eğip devrildiler. Siyasetçiler ya bedel ödediler ya da hiçbir anlamları olmadığını derinden hissetmeleri için bir kenara atıldılar. Bir döneme damgasını vuran bürokratlar ihtiyar gevezelere dönüştü, zenginliklerini güç sayanlar beş parasız bırakıldı. Toplumu yönlendirdiği düşünen yazarlar çareyi magazinde buldular.

Alt düzey siyaset, yani başkalarının oluşturduğu dalgalar üzerinde sörf yapmak bazen bir kaderdir. Yaşadığınız ülke, herhangi bir özelliğiyle, üst siyaset yapmaya imkan vermez. Böyle bir durumda tek yapabileceğiniz şey ya siyasetin dışına çıkmak ya da sadece düşünce üretmekle yetinmek olabilir. Ama eğer hem ülkeniz üst siyaset üretmek için, belli bir düzeyde de olsa, elverişli iken kendinizi denizin insafına bırakmak, üstelik en acemi sörfçülere bile yakışmayacak ölçüde beceriksizlik sergilemek , bize has bir özellik olarak görünüyor. Başkalarının yarattığı Yeşil Kuşak projesi çoğumuzu dindar hale getiriyor, milliyetçi olduğumuz zaman bunun hangi uluslar arası projeye hizmet ettiğini sorgulamıyoruz . Ülkemize oluk gibi para akarken eniştemizin bizi iyi niyetle öptüğünü düşünüyoruz.

Siyasetin tanrısal bir uğraş olduğu doğrudur ama onu sıradan bir insanın düzeyinin altına indirdiğimiz halde kutsallık atfetmek anlamsızdır. Şu sıralarda ülkemizde üretilen politikalar hiç keyif vermiyor ve dünyayı izleyerek siyasetin ne kadar heyecan verici bir iş olduğunu hissedebiliyorum.

Usta sörfçülerin bile denizin kenarında ayaklarını suya sokarak zaman öldürmelerine şaşırmıyorum. Hem denizi hissediyorlar hem de dalgaları oluşturanların kaprislerine boyun eğmekten kurtuluyorlar.

14.02.2006

Bir bez parçası masalı / 18.01.2008 / yıldızlılar2000

Bez , muhtelif hammaddelerden yapılmış ipliğin , dokunması ile elde edilen , yarı mamuldür. Bununla çok çeşitli mamüller yapmak mümkündür. Vücudu örten giysiler yapılırken kimse aldırış etmez de , başa bağlandığında neden kıyamet kopuyor ? veya bir matadorun elindeyken boğayı nasıl çıldırtıp , arenayı ayağa kaldırıyor ? sorusuna cevap arıyorum.

Esas problem türban mıdır ? yoksa türbana sahip çıkanlar mıdır ? yoksa onları kullananlar mıdır ?
Türban konusunda dikkat edilecek husus, renk ve deseni değil , ona etki eden kuvvetlerin yönü , şiddeti ve büyüklüğüdür.

Çok partili denilen, iki partili sisteme geçildikten sonra 50-60 yılları DP nin tek başına iktidar olduğu yıllardır . Natoya girilmiş , marshall yardımları var ve abd ile ilişkiler gayet iyi.
Ve 60 ihtilaline gerek duyuluyor !. İhtilal sonrası mbk üyeleri daha fazla kendilerini gizleyemiyor , kimliklerini ortaya koyuyor ve ingiliz tarafı ağır basıp abd yanlılarını tasfiye ederek Menderes'i asıyorlar.
60 sonrası yine tek başına , güçlü sağ iktidarlar var . AP , DP 'nin devamı olarak ve Menderes 'e yapılan haksız muamelenin de acısı ile güçlenerek iktidarda ve yine abd ile ilişkiler iyi.
Bu durumu gören ingiltere 'nin başını çektiği avrupa , abd ile iyi ilişkiler içerisindeki güçlü sağ iktidarlara son vermek üzere , sağı kendi içerisinde bölmeyi amaçlayarak refah ve saadete kadar uzanan MNP ' yi kurar .

Sonuç başarılıdır ve mnp 'nin varisi msp kilit parti konumundadır. Dini lider sürekli anahtarın kendisinde olduğunu söyleyerek yaklaşık 20 yıllık süre içerisinde , ecevitle , demirelle , tansu hanımla koalisyonlar kurar .

Hem kendisi koalisyonda olur , hem de ülkeyi koalisyonlarla yönetilmeye mecbur bırakır .

Nihayet 28 şubatta bu gidişe dur diyen abd , refahı tasfiye ederek , 60 dan sonra beraberliği yakalar .

Yakın zamanda Şemdilli operasyonu ile paşanın yolunu kesmeye çalışan ingilizler de , e-muhtıra ile çankaya yolunu kesmeye çalışan abd de , başarılı olamamıştır.

Son 15 yılın değişmeyen gündemi türban , kafasını tanınmayacak şekilde sarmış ingiltere başlı avrupa ile ,
" aç başını .... tanıyorum .... yine sensin " diyen abd ' nin süregelen hakimiyet mücadelesinin , bir sahnesidir.

Bu sahnede rol alan figüranların bir kısmı , irticai faaliyetlerle laik boğaları kızdırarak miting meydanlarına toplarken , cumhuriyetin temel ilkelerinden taviz vermeyenler de mürteci boğaları hortlatarak oyunu sürdürürler.
Bu tahrik ve zorlamalar olmasa , bir insanın başındaki bez parçası kimi ilgilendirir ? Ülkemize uzaktan bakan birisi , bez parçası için koparılan kıyamete ne kadar güler kimbilir ? Hatta bir yumurta çıkarmak için kıyameti koparan tavuğu daha haklı görebilirler.
" ingiltere , Türkiye üzerindeki etkinliğini kaybederse , dünya üzerindeki itibarını da kaybeder "
görüşüne ve tesbitine katılıyorum.

Matadorun , boğayı tahrik etmek için kullandığı bez parçası , bu defa karşımıza farklı şekilde çıkmaktadır. Terazinin bir kefesinde türban , diğer kefesinde mezhep ayrımcılığı . Bir denge unsuru gibi .
Yani , " ey solcular , bugüne kadar alevilik sizin ipoteğiniz altında , türban da benim ipoteğim altında oldu ve bir netice elde edilemedi . Şimdi anlaşalım , ben aleviliğe yanaşayım , siz de türbana yanaşın. Hem sizi memnun edelim , hem benim dediğim olsun. Bu hususta Atatürk ilkeleri ve cumhuriyetin temel niteliklerinden ne değişmesi gerekiyorsa değiştirelim . Cemevlerini açmak için tekke ve zaviyeler kanununu , türban için fes ve peçe kanununu değiştirelim " şeklinde bir pazarlık ortamı mı yaratılıyor ?
Yoksa yaklaşan mahalli seçimler için , klasik popülizmle alevi oyların transferi mi hedefleniyor ?
Yine bir siyasi istismar mı ?
Bölgede uygulanan politikaların veya karşı politikaların bir parçası mı ?
Bunlar değilse , durup dururken , bu mesele neden hortlatıldı ?
Oysa , abd , iran arefesinde özgürlükleri ve etnik farklılıkları öne çıkarmak ve kullanmak istiyor ,mezhep ayrımcılığı istemiyor , yani iran 'da olabilecek şii kutuplaşmasının , bölgedeki şiileri kenetleyip güçlendireceği için mezhep ayrımcılığına karşı gibi. Belki Iraktaki şii-sünni çatışmalarının azalması bu politikanın bir parçasıdır.

m.sedat saygılı

itiraf

Hasan CEMAL / Milliyet / 28.05.2006 pazar

Nil kıyısındaki sazlıkların üzerinden hışırtıyla esen hafif bir rüzgâr, aynı zamanda geçmişin derinliklerinden sesler getiriyor.
Ankara ayakta!
"Kahrolsun emperyalizm!"
Kalabalık dalgalanarak yürüyor.
"Kahrolsun işbirlikçi iktidar!"
Öğretim üyeleri cüppeleriyle en ön safta. Mülkiye'yle Hukuk'un önünden yola çıkıyoruz. Öğrenciler, devrimciler... Büyük ve öfkeli bir kalabalık Cebeci'den Kızılay'a doğru akıyor. Yumruklar sıkılı, sloganlar çığlık çığlığa:
"Demirel istifa!"
Ben de bağırıyorum.
Oysa gerçeği biliyorum.
Mustafa Kuseyri'yi ülkücüler ya da faşistler öldürmedi bir gün önce. Mülkiye'de, Basın Yayın Yüksek Okulu'nun bir odasında bir arkadaşının kaza kurşunuyla öldü. Ama kanı yerden silindi, dekor hazırlandı ve senaryo hemen yazıldı:
Faşistlerin siyasal cinayeti!
Kuseyri'yi ülkücüler öldürdü!
Hem Kızılay'a doğru yürüyor, hem Başbakan Demirel'in istifasını istiyoruz. Adalet Partisi lideri Demirel bizim 'sınıf düşmanı'mızdı. Yumruklar havada, avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz:
"Ordu gençlik el ele, milli cephede!"
Askeri kışkırtmak için her yol mubahtı. Darbe peşindeydik çünkü. Sandıktan Demirel gibi Amerikan işbirlikçileri, Nurcular yani karşı devrim çıkıyordu çünkü... Demokrasi gerçek demokrasi değil, 'sandıksal demokrasi'ydi çünkü...
Sonunda istediğimiz oldu:
Darbe geldi, demokrasi rafa kalktı 12 Mart 1971'de. Ama yalnız Demirel değil biz de devrildik. Sonra idamlar, işkenceler, hapisler...
35 yıl geçmiş!
O reklamdaki cin gibi veletin sesi kulağımda:
"Kafayı kullan!"
Evet, kafayı kullan ve aynı filmi bir daha seyretme. "Bütün dünler bugünleri aydınlatan fenerlerdir" diyen Shakespeare'e kulak ver.

06.01.2008 Mahir Kaynak / horoz dövüşü

Horoz dövüşü


Horoz dövüşünde horozlardan biri hırpalanır diğeri ise daha fazla zarar görerek kaçar ama çoğunlukla ölür. Kazanan, horozun sahibi ya da onu dövüşe sokandır. İnsanlar arasındaki mücadelede çoğunlukla ve özellikle günümüzde dövüşenler horozlardır, kazanan ya da kaybeden onları dövüşe sürükleyenlerdir.

Dövüşten sonra horozlar yeni bir dövüşe kadar kümese kapatılır, en iyi şeklide bakılır, ölmüşse hemen, sağ kalmışsa güçsüz düştüğünde tenceredeki yerine uğurlanır.

Yaşamım boyunca beni en çok rahatsız eden şey rolümüzün horozdan öteye gitmemesi, karşımızdakini yenerken ya da hırpalanırken gerçekte başkalarının yazdığı senaryoları oynamamızdır. Mücadele ettiğimiz güç de gerçekte bir başkasının oyuna soktuğu horozdu. 1980 öncesinde yaşadığımız terör dalgasında çatışan tarafların hırpalanmasından öteye kalan şey ülkemiz için öngörülen ekonomik yapıyı oluşturmak oldu. Solcular, dünyada sol bittiği için, dönüştüler ve küresel kapitalizmin savunucusu oldular, sağcılar yeni bir dövüşe kadar kümese kapatıldılar.

Eğer bir mücadelede tek hedefiniz karşınızdakini yok etmek ya da hırpalamaktan ibaretse, büyük bir ihtimalle rolünüz dövüş horozluğudur. Karşınızdakinin de zavallı bir araç olduğunu unutur ona kin duyarsınız, kızarsınız ve yaptığı her şeyin haksız olduğunu düşünürsünüz. Size zarar vermesinden korkuyor olsanız bile bu korkunuz saldırganlığa dönüşür ve ölçüsüz hamleler yaparsınız.

Böyle bir durumda horozların birbirine ‘ Bizim aramızda bir düşmanlık yok, sahiplerimiz içgüdülerimizi kullanarak bizi birbirimize düşürüyor. Bırakalım bu dövüşü ve kardeşlik içinde hayatımızı sürdürelim.’ Demesini beklemiyorum. Horoz horozluğunu yapmak zorundadır. Tek çıkış yolunuz horoz olmamaktır. Eğer birisi sizi gagalarsa horozlaşıp dövüşmek yerine yaralanmış bir horoz sahibi gibi davranmanızdır.

Çeyrek asırdır süren, adına terör denen olaylar benim için çözülmesi gereken bir sorundu ama ülkeyi yönetenler bunun yenilmesi gereken bir düşman olduğunu düşündüler. Bölge halkının ezici bir çoğunluğunun karşı olmasına ve onlarla mücadele için silahlanmasını sağlamış olmamıza rağmen azınlığın ülkeyi böleceğini düşündük. Her yerde simülasyonu kullanırken böyle bir devletin kurulmasını simüle edip (taklidini yapıp) ne kadar anlamsız bir şey olacağını göremedik. Her isteyenin devlet kuramayacağını, devletlerin büyük güçlerin masalarında kurulacağını ve onların bu konudaki politikalarının ne olduğunu irdelemedik. Oysa Osmanlının kolunu bacağını kesip onu bir vücut haline getirdiklerini, birbirinin fotokopisi kadar benzeşen Arapları ayrıştırdıklarını yaşayan bizdik.

Ben olsaydım ABD başkanıyla PKK’yı konuşmazdım ve böyle bir konunun gündeme gelmesini bir küçümseme sayardım. Bölgenin geleceğini, yeni haritanın biçimini ve bizim yerimizin nasıl olması gerektiğini tartışırdım.

Dövüş horozu olmamakta kesin kararlıyım. Ya horozun sahibi olurum ya da bu kavgaların dışında kalırım. Böyle bir dövüşü seyretmek bile son derece incitici.


06.01.2008

27 Aralık 2009 Pazar

Ömer Lütfi Mete




Yakın zamanda kaybettiğimiz değerli insana Allahtan rahmet dilerim.
m. sedat saygılı

'Alçak, niye bize gol atıyorsun' 23.08.2006
ÖMER LÜTFİ METE

KENDİNİ milli, millici, ulusçu, ulusalcı, milliyetçi gibi sıfatlarla tanımlayanların pek çoğu arabesk bir sızlanma ve uyuşma müptelasıdır.Bu zehirden kendimi de pek münezzeh saymam.
Viyana bozgundan bile önce mayalanan bu çürüyüşün merhemini Kuvva-yı Milliye ruhu ile bulmuşken İnönü'nün karşı devrimi ile kaybettik.
Atatürk'ten sonra Ankara devletin milli niteliğine karşı savaş açarken basın milletle alay edercesine 'Milli Şef'e tapınıyordu.
Aslında bu, İnönü'nün Anadolu'ya geçmeye ikna edilmeden önce Karabekir Paşa'ya açıkladığı 'manda' siyasetine dönüştü. Sevr sonrası Amerikan veya İngiliz idaresine girmeyi isteyen İsmet Bey, ne garip cilvedir ki, Milli Şef olunca kurtarılmış ülkeyi tekrar sömürge yapacak ilişkiler ağına sokar.
Çok partili siyasi hayat başlatıp demokrasimize büyük katkı yapmış diye kökten Batıcı medya tarafından yüceltilen Milli Şef esasen Türkiye'yi devlet olmaktan çıkartan 'karşı devrim' sürecinin öncüsüdür.
Hazindir ki, ülkenin en zeki çocuklarından seçilip titizce eğitilen subaylarımızın önemli bir kısmı, bu çarpıcı gerçeğin tam tersi propagandayla İnönü hayranlığına sürüklenip çaplarının altına düşmektedirler. (Türkiye'de ihtilallerin ardında Batı manevralarının bulunması bundandır.) Atatürk'ün İnönü'nün üstünü nihai olarak çizişi, Cumhuriyet'in resmi tarihinden silinmiştir. Başlangıçta, sınırlı sorumluluk verdiği bu arkadaşının birincil devlet yükünü kaldıramayacağından emin bulunan Gazi, O'nun önünü kesmek istemiş ama başaramamıştır. (Son ana kadar Atatürk'e yakın olanlar tanıktır.)
Süreç Türkiye'yi örtülü manda yapınca kültür ve siyasette millicilik devri kapanır. Sahte Atatürkçülük maskesiyle, Mustafa Kemal'in bilinç ve dünya görüşüne yüzde yüz karşıt kökten Batıcılık devletin resmi ideolojisi olur. Tarihi Türk dünyası ve Osmanlı sorumluluk coğrafyasının üzerindeki ilgi ve hukukumuzdan geçtik; Misak-ı Milli haritasının henüz kurtarılamamış vatan topraklarına duyarlı olmak bile Turancılık ve suç sayılır. Mukaddesatçı, milliyetçi veya muhafazakar kavramlar, millilik karşıtı Milli Şef ve kökten Batıcı basının ortak dalaletiyle irtica ve aşırılık yaftası haline getirilir.Bu süreç; her renkten milliyetçilerin pek çoğunu arabesk sızlanma ve uyuşma müptelası yapar. Siyonizm, Masonluk ve Haçlılık aleyhine, sözde sağı bilinçlendiren yayınların düzeysizliği yüzünden vahim bir 'millici tatmin' gelişir:
- Her şeyin sorumlusu, ezeli düşmanlarımızdır. Her kötülük bu Deccal yüzündendir, yapacak pek bir şey yoktur. Nasılsa -bir Mesih veya bir Kürşat olarak- Mehdi gelip bizi kurtaracak.
Çoğu milliyetçi, mukaddesatçı, muhafazakar ve İslamcı bu saplantıyla bilincini tıkarken, bir kısmı da kökten-dinci tasarıyla, canavarın nalına çimdik atmak için silahlı eyleme yönelir.
Millici, milliyetçi veya ümmetçi insanların bir kısmının köktenciliği, Kızıl Ordu yerine 'küresel terör kaynağı' olarak İslam'ı seçenlerin işini kolaylaştırdı.
Diğerleri de kurtarıcı gelinceye veya hazırdaki kurtarıcı iktidarı alıncaya kadar sabah akşam sızlanır, uyuşur ve tatmin olurlar:- Bize şöyle yaptılar. Tam memleketi kurtaracakken hükümetimizi devirdiler. Bütün kabahat onlarda. Ne demek bu? - Alçaklar, bize gol attılar!
Dalalete bakın!
Küresel iddiası olan güç her yere burnunu sokar. Sahaya gol atmak için çıkanı 'vay kahpe' diye lanetlemek, teşhis ve tedavi edilemeyen Şark illetidir. Neden ikide bir gol yediğimizi ve yenildiğimizi sorgulamak yerine 'alçaklar bize gol attılar' diye sızlanıp uyuşmaya devam ediyoruz.