HOŞ GELDİNİZ

Siyasetçi doğru olanı değil , uygun olanı söyler.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Seçimler yaklaşırken !

Siyaset sörf müdür?


Sörf yapan biri, kendi iradesi dışında oluşan dalgalar üzerinde, dengede kalmaya çalışır. Üzerinde bulunduğu denizin nasıl olacağına kendisi karar veremez. Onun işi var olanı değiştirmek değil onun gereklerine göre davranmaktır.

Siyaset de benzer şeklide algılanır. Siyasetçiler yönettikleri toplumun davranışını değiştirmezler. Yapacakları şey bu davranışlara uygun politikalar üretmektir. İnsanların dinci, milliyetçi, solcu, sağcı olmaları siyasetçinin kontrolü dışındadır. Onun görevi var olanı en uygun biçimde yönetmektir.

Siyasetçilerin kaderi de sörfçülere benzer. Acemisi en küçük bir dalgada devrilir usta olan beklenmedik bir değişikliğe kadar dengede kalabilir. Ama belirleyici olan denizdir.

Oysa gerçek siyaset, ya da üst düzey siyaset farklıdır ve bunu yapan siyasetçiler denizin nasıl olacağını da belirler. İnsanların davranışlarını kendi iradeleriyle belirlediklerini düşünmeleri boş bir kuruntudur. Bir dönem camiler bir avuç cemaat toplayabilirken kısa sürede saf tutacak yer kalmayabilir. Toplumda bir tohum halinde var olan milliyetçilik bir anda ayrık otu gibi her yeri kaplar. Uğruna canlarını vermeye hazır oldukları düşüncelerin kendilerine ait olmadığını, bazı odakların oluşturduğu siyasetlerin bir aracı olduklarını düşünmezler bile.

Birileri İslam’ın bir barış dini olduğunu söylese ve insanlara kastetmenin büyük bir günah olduğunu haykırsa bile, başkaları aynı inanç uğruna benzersiz bir kıyıcılığı sergileyebilir. Aynı amaca ulaşmak için birbirine tamamen zıt, diğerini toptan dışlayan davranışları meşru hale getiren insanın kendisi midir yoksa onu bu yola iten daha üstün bir irade var mıdır?

Böyle bir irade vardır ve gerçek siyasetçiler bunlardır. Bunlar sörf yapacakları denizin dalgalarını kendileri oluşturur ve sizi de bunun üzerinde hünerlerinizi göstermeye çağırırlar. En keyifli anınızda birden rüzgarın yön değiştirdiğini, altınızın oyulduğu fark ettiğinizde iş işten geçmiştir. Devrilirsiniz ve eğer şansınız varsa boğulmazsınız ama dağılmış olarak sahneyi terk edersiniz.

Türkiye’de tüm siyasetçiler ya da siyaseti etkilediğini sananlar başkalarının oluşturduğu dalgalar üzerinde sörf yaptılar ve hepsi de denize boyun eğip devrildiler. Siyasetçiler ya bedel ödediler ya da hiçbir anlamları olmadığını derinden hissetmeleri için bir kenara atıldılar. Bir döneme damgasını vuran bürokratlar ihtiyar gevezelere dönüştü, zenginliklerini güç sayanlar beş parasız bırakıldı. Toplumu yönlendirdiği düşünen yazarlar çareyi magazinde buldular.

Alt düzey siyaset, yani başkalarının oluşturduğu dalgalar üzerinde sörf yapmak bazen bir kaderdir. Yaşadığınız ülke, herhangi bir özelliğiyle, üst siyaset yapmaya imkan vermez. Böyle bir durumda tek yapabileceğiniz şey ya siyasetin dışına çıkmak ya da sadece düşünce üretmekle yetinmek olabilir. Ama eğer hem ülkeniz üst siyaset üretmek için, belli bir düzeyde de olsa, elverişli iken kendinizi denizin insafına bırakmak, üstelik en acemi sörfçülere bile yakışmayacak ölçüde beceriksizlik sergilemek , bize has bir özellik olarak görünüyor. Başkalarının yarattığı Yeşil Kuşak projesi çoğumuzu dindar hale getiriyor, milliyetçi olduğumuz zaman bunun hangi uluslar arası projeye hizmet ettiğini sorgulamıyoruz . Ülkemize oluk gibi para akarken eniştemizin bizi iyi niyetle öptüğünü düşünüyoruz.

Siyasetin tanrısal bir uğraş olduğu doğrudur ama onu sıradan bir insanın düzeyinin altına indirdiğimiz halde kutsallık atfetmek anlamsızdır. Şu sıralarda ülkemizde üretilen politikalar hiç keyif vermiyor ve dünyayı izleyerek siyasetin ne kadar heyecan verici bir iş olduğunu hissedebiliyorum.

Usta sörfçülerin bile denizin kenarında ayaklarını suya sokarak zaman öldürmelerine şaşırmıyorum. Hem denizi hissediyorlar hem de dalgaları oluşturanların kaprislerine boyun eğmekten kurtuluyorlar.

14.02.2006

Çatışmanın tarafları, Star Gazetesi

Çatışmanın tarafları, Star Gazetesi

15 Kasım 2010 Pazartesi

Burada işin ne adam




Geçenlerde bir dostum soruyordu . pkk ateşkes ilan etti , şehit cenazeleri gelmezse seninkiler ne yapacaklar ? şeklinde .

Ben de herzaman istismar edilecek birşeylerin mutlaka bulunabileceğini söyledim.

Üç beş gün geçmedi , bu tablo çıktı ortaya .

Ülkücüleri beyinsizliğinle , vefasızlığınla , beceriksizliğinle,tavrınla hergün öldürürken , orada işin ne adam !

Yarayı kaşımak için mi ?

12 Kasım 2010 Cuma

MERHUM ( önceki yazıya ek olarak , farkı imza benim)

merhum liderlerinin çeşitli otellerde Ermeni liderlerle yaptığı görüşmelere
baksınlar ondan sonra konuşsunlar. 13.10.2009 akşam

Böyle saçma sapan şeyler söylüyorlar. Bize bu iftiralarda, bühtanlarda
bulunanların, merhum liderlerinin Ermeni temsilcileriyle değişik ülkelerde,
değişik otellerde yaptığı görüşmeleri incelesinler, ondan sonra kalkıp bize
bühtanda bulunsunlar 13.10.2009 porttakal.com

Başbakanın sözlerini haberlerde dinlerken , bir dostumun çok sık
anlattığı hikayeyi hatırladım.

İfadeleri aynen şöyleydi ;

" Sene 95 Tansu Çiller başbakan . Şimdiki İsrail cumhurbaşkanı da
İsrailde başbakan .. Bir görüşme yapıyorlar , senin ki de orada .
Görüşme bittiğinde gazeteciler merhuma soruyor , sizin resmi bir
sıfatınız yok ama görüşmede işiniz ne ?
cevap veriyor " 30 yıllık iyi ilişkilerin neticesi " .
Şimdi 95 den 30 u çıkarıyorum , eşittir 65 .
Yani iyi ilişkiler 65 de başlamış .. "

M.Sedat Saygılı

tamamen yorumsuz http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2916

Samson Özararat ( 1951)
--------------------------------------------------------------------------------
1951 Konya doğumlu. Konya 19 Mayıs İlkokulu'ndan mezun oldu. Merasimlerde mehter takımı davulcusu idi.Ortaokulu İstanbul'da Saint Joseph'te, liseyi Ankara Fen Lisesi'nde okudu. Fen Lisesi'nde öğrenci birliği başkanıydı. 1970'lerin başında ODTÜ'de Endüstri Mühendisliği'ndeydi.

12 Mart döneminde yurtlardaki eylemlere katılıp stadyuma kapatılan öğrenciler arasındaydı. Yargılandı, beraat etti.

1974'te mezun olduktan sonra Türkiye Elektrik Kurumu'nda mühendis olarak çalışmaya başladı. Aynı dönemde yine ODTÜ'de iş idaresi dalında master yaptı. Ardından İstanbul'da Sabancı Holding'de (KORDSA) proje mühendisi olarak çalıştı.
Askerliğini 1979-80 yıllarında Deniz Harp Okulu Yön Eylem Araştırması bölümünde öğretim üyesi olarak tamamladı.
1980'de bir Fransız'la evlendi, Fransız vatandaşı oldu ve Nice'e yerleşti. İki çocuk sahibi oldu.

25 yıldır Fransa'da. Halen Ermenistan'a Avrupa'dan yapılan yardımları koordine eden "SOS-ARMENIE" adlı bir yardım kuruluşunun başkanı. Hem Fransız, hem Ermenistan pasaportu taşıyor.

Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan'a danışmanlık yaptı. Hem Ankara'da hem Erivan'da devletin üst düzey yetkilileriyle görüşebilmesiyle tanınıyor.

GÜNDEM

Türkeş, Atatürk'ün imzasını hatırlattı
Can Dündar
Milliyet 25 Nisan 2005

12 yıl önce MHP lideri Türkeş ile Ermenistan Devlet Başkanı Petrosyan'ı Özararat buluşturdu. Atatürk'ün imzasını bir Ermeni'nin çizdiğini Türkeş'ten öğrenmek, Özararat'ı şaşkınlığa uğrattı

12 yıl gizlenen görüşme - 1

Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişki kurulması için çaba harcanıyor bugün... Taraflar doğrudan ya da dolaylı nabız yokluyor. Ancak süreç çok yavaş işliyor. İki tarafta da cesaret sorunu var.
İki taraf da kendi "milliyetçiler"inin tepkisinden çekiniyor.
Oysa bu konuda en cesur adım, bundan 12 yıl önce atılmıştı.
Adımı atanlardan biri Türkiye ile ilişkilere sıcak bakan Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan'dı.
Diğeri ise "milliyetçilerin başbuğu" Alpaslan Türkeş...
Türkeş, Ermeni bir arabulucu vasıtasıyla 1993 yılı martında Fransa'da gizlice Petrosyan'la buluştu ve en hassas konuları konuştu.
Bu görüşme uzun süre basından ve kamuoyundan gizlendi.
İzleyen tarihlerde Türkeş başka Ermeni temsilcileriyle de gizli temaslar kurdu.
Devrede yine aynı arabulucu vardı.
Geçen hafta Salzburg'da düzenlenen "Türk-Ermeni tarihçileri buluşması"nda tanıştım o arabulucuyla...
12 yıl önceki toplantıda konuşulan konular ve çekilen fotoğraflar kendisine emanet edilmişti. O da bu emaneti yıllarca özenle saklamıştı.
Ancak bugün iki tarafın milliyetçilerince gerilen ortamda bu önemli buluşmayı anlatmanın yararlı olacağını anlattım.
Hak verdi.
Tuğrul Türkeş'ten ve Ter Petrosyan cephesinden izin aldı.
Ve bu yazı dizisinde göreceğiniz fotoğraflarla, okuyacağınız anıları Milliyet'e verdi.
Bu dizide, hem istenirse taraflar arasında nasıl ortak paydaların yaratılabildiğini hem de 12 yıl önce nasıl büyük bir fırsatın kaçırıldığını okuyacaksınız.

SAMSON ÖZARARAT ANLATIYOR:

'600 yıllık ilişkinin kazası'
1993 başıydı. Ermenistan bağımsızlığını ilan edeli 2 yıl olmuştu.
Erivan'a Rus yardımı kesilmiş, ülke kış ortasında buğdaysız kalmıştı. Amerika'dan gönderilen yardım ulaşana kadar ekmek kıtlığı baş gösterecekti.
Samson Özararat, o dönem Fransa'da, Avrupa'dan Ermenistan'a giden insani yardımları organize eden bir derneğin başkanıydı. Bu krizden bir işbirliği fırsatı yaratmayı düşündü: "Acaba Ermenistan'a gereken buğdayı Türkiye ödünç veremez miydi?"
Bu adım, Erivan'da bir sempati yaratırdı. Önerisini "en üst düzeyde" Türk yetkililere aktardı: "100 bin ton buğdaya ihtiyaçları var. Siz 200 bin ton yollayın, ilişkilerin önünü açın" dedi.
Türkiye kararsızlandı bir süre... "Milliyetçiler"in ve Azerilerin tepkisinden korktu. Bakü'nün nabzı yoklandı. "Ekmek söz konusuyken düşmanlığın lafı olmaz" cevabı geldi.
Bunun üzerine -biraz gecikmeyle- Erivan'a 41 bin ton buğday gönderildi.
İşte o dönemde Özararat, iktidarı tedirgin eden "Milliyetçiler buna ne der?" tepkisini bertaraf etmek niyetiyle bir temas arayışına girişti.
Madem ki engel olarak "milliyetçiler" görünüyordu, o halde önce onları ikna etmeliydi. Sorun ancak zıt kutupların birbirine yaklaşmasıyla çözülebilirdi.
Bir kutup, Alpaslan Türkeş'ti.
Önce Türkeş'in özel sekreteriyle tanıştı:
"Türkeş'le bu konuları konuşmayı arzu ediyorum" dedi. Bunun üzerine onu Paris'te Türkeş'in yakını bir emekli generalle tanıştırdılar. Derdini ona da anlattı. Birkaç gün sonra haber geldi:
"Türkeş sizi bekliyor!"

Sözü Türkeş aldı

1993 Şubat'ında Özararat Ankara'ya gitti. Sürmeli Oteli'ne yerleşti. Öğrencilik yıllarını geçirdiği Ankara'yı dolaştı biraz... Huzursuzdu.
"Ben eski ODTÜ'lüyüm. Sol sempatizanıydım. Türkeş'e karşı kin doluydum. Aklımdan hep eski dönemler geçiyordu. Korkuyordum. Sıkıntıdan midem bozuldu. Buluşmaya karnımda korkuyla gittim yani..."
Sonra MHP'liler aldı kendisini...
Bir eve götürüldü. Orada çay içtiler. Bir süre sonra oradan kalkıp başka bir eve gittiler. Bir çay da orada... Yine ev değişikliği...
Oradan gelip Tuğrul Türkeş aldı kendisini...
Nihayet Esat'taki işyerine geldi MHP lideri... Yanında bir milletvekili vardı. Özararat kendisini tanıttı, niyetini anlattı. Ve sözü Alpaslan Türkeş aldı:
"Konuşmasının başında, Türkiye-Ermeni ilişkilerini geniş bir perspektiften anlattı. 'Türklerin Ermenilerle ilişkisi 1915'te başlamamıştır. 600 senelik bir müşterekliğimiz var. Birlikte türküler, yemekler icat ettik. Kız aldık verdik' dedi ve bana sorular sormaya başladı:
'Malazgirt Savaşı'nı Türklerin Ermenilerle birlikte kazandığını biliyor musun?
'İstanbul'un alınmasında Ermenilerin yaptığı kahramanlıklardan haberin var mı?
'Fatih Sultan Mehmet'in Ermeni Patrikhanesini nasıl bir fermanla açtırdığından haberdar mısın?
'Çanakkale'de Atatürk'ün yanında savaşan Ermeni askerlerin adlarını biliyor musun?
'Atatürk'ün bugün kullandığımız alfabeyi Ermeni dil bilgini Agop Martayan'a hazırlattığını ve sonra ona Dilaçar soyadını verdiğini biliyor muydun?'"
'Atatürk'ün imzasını bir Ermeni güzel yazı hocasının çizdiğini duymuş muydun?'"

'Parmağımı ısırdım'

Özararat, üst üste gelen bu sorular karşısında şaşkına dönmüştü.
"Ben Türkiye'de okudum ama bunların hiçbirini duymamıştım" dedi.
Bunun üzerine Türkeş şunları söyledi:
"Tarihe böyle geniş bir perspektiften bakmak lazım. 1915 bu 600 yıllık ilişkinin bir kazasıdır. Olaylarda yabancı devletlerin çok dahli vardır. Buradaki insanları kullanmak istemişlerdir. Bizimkilerin de kabahatleri var, ama şimdi yapılması gereken bu kazayı telafi edip eski dostluğu devam ettirmektir."
Özararat, ilk defa Türkiye'den birisinden böyle bir yaklaşım işitiyordu. Üstelik konuşan, "milliyetçilerin başbuğu" olarak bilinen adamdı.

Şaşırmıştı. Parmağını ısırıyordu.

Türkeş "Ne yapıyorsun?" diye sordu.
"Duyduklarım doğru mu, rüya mı görüyorum diye parmağımı ısırıyorum" dedi Özararat...
Bunun üzerine Türkeş, Özararat'ı yanına çağırdı, yanaklarından öptü, "Çok dobra insanmışsın" dedi.

'Anlatsam, inanmazlar'

Konuşma bitince Özararat, "Sayın Türkeş" dedi, "...Ben yetkisiz bir insanım. Bu dinlediklerimi anlatsam kimse inanmaz. Ama Ermenistan'dakilerin bilmesinde yarar var. Bu söylediklerinizi Ermenistan Cumhurbaşkanı'na da söyleyebilir misiniz?"
"Tabii söylerim" diye yanıtladı Türkeş...
Özararat, "Petrosyan, martta Paris'e gelecek. Kendisiyle görüşeyim, belki orada buluşabilirsiniz" diyerek ayrıldı.
Hemen telefon başına koştu. Önerisini Petrosyan'a iletti.
Erivan, teklifi incelemeye aldı.
Tereddütteydiler. MHP'nin geçmişi ürkütücüydü. Üstelik partinin oyu yüzde 10'un altındaydı. O yüzden bu görüşmenin etkili olup olmayacağından emin değildiler.
Özararat, "MHP'yi ikna etmek önemli" diye ısrar etti. Aynı sıralarda Türkeş de hem devleti hem de Azerbaycan yetkililerini gelişmelerden haberdar ediyordu. Böyle bir diyaloeun, sürmekte olan Azeri-Ermeni savaşına da çözüm getirebileceği umuduyla herkes destek verdi. Üstelik ortada bir de karşılıklı esirler sorunu vardı.
Nihayet Erivan'dan da görüşme kararı çıkmasıyla Paris buluşması kesinlik kazandı.

Paris'te bir otelde

Türkeş 12 Mart'ta geldi Paris'e...
Kendisini Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin'in talimatıyla de Gaulle Havaalanı'nda Türkiye'nin Paris Büyükelçisi Tanşuğ Bleda ile birlikte Samson Özararat karşıladı.
Büyükelçinin arabasıyla Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan'ın kaldığı Crillon Otele geldiler.
Samson Özararat, Türkeş'in arabasının kapısını açarken heyecan içindeydi. 1915'ten beri ilk kez Türkiye Cumhuriyeti, Ermenistan'la hem de en üst düzeyde görüşecekti. Ve bu görüşme, onun girişimi sayesinde başarılmıştı.

TÜRKEŞ GÖRÜŞMEYE GELİYOR

12 Mart 1993... Paris'te Concorde Meydanı... Crillon Oteli'nin önü... MHP lideri Alpaslan Türkeş, Paris'teki Türk büyükelçisinin arabasından iniyor. Kapısını tutan Özararat gülümsüyor. Birazdan Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan'la buluşacaklar ve bu, bir ilk olacak.

30 Ekim 2010 Cumartesi

tavşan kaç tazı tut

Oyun tekrar başlıyor.

Resepsiyona katılacak , katılmayacak derken katılmadılar. Sebep nedir ? türban

Biz bu oyunu yıllarca seyrettik . Başrollerde müslüm gündüz -fadime şahin oynamıştı.

Tarih 28 şubattı.

Bitmeyen Brezilya dizilerine rahmet okutmuştu.

Evet yoğun ilgi üzerine oyun tekrar başlıyor MU ?

Birlikte göreceğiz.

m.sedat saygılı

23 Ekim 2010 Cumartesi

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İngiliz Kraliyeti’nin en önemli ödüllerinden Chatham House’u Kraliçe 2. Elizabeth’in elinden alacak



Bu resim anlatamadığımız herşeyi anlatıyor. Cumhurbaşkanı olduğunda kraliçenin ziyaretinin bir nezaket ziyareti olmadığını ve anlamlı olduğunu söylemiştik ve türban çatışmasında ne demiştik !!!

Tayyip Erdoğan 'ın cumhurbaşkanı olması kimsenin umurunda değil , bütün çatışma yerine gelecek kişinin Abdullah Gül olmaması için.

Ve cumhurbaşkanı seçimlerinde e-muhtıra verildi ve seçim yeni meclise bırakıldı.

2 Ekim 2010 Cumartesi

Yaşar Erdinç Geleceği Bilmek, Yatırım ve Şeytan

En son yazdığım yazı konusunda oldukça yoğun teşekkür mesajları aldım. Unutmayınız, eğer bir filme gitmişseniz ve filmi sevmişseniz, mutlaka kendinizden bir parça bulmuşsunuzdur. Ya da bir yazı çok hoşunuza gitmişse, kendinizi o yazıda bulmuşsunuzdur. Tam tamına 10 yıl oldu bu yatırımcı psikolojisi araştrımalarıma başlayalı. İnsan okudukça okuyası geliyor. Bilim insanları neler bulmuşlar neler...

Var mısın? Yok musun? yarışmasında son iki kutuya kalıp karar vermeye çalışan insanların tam o sırada söylediklerinden hareketle beyinlerindeki kanın nereye hücum ettiğini biliyorum. Borsada kağıt almış birinin para kazandığında, "acaba daha gider mi?" sorusuyla "yoksa burdan artık satış gelir mi?" sorusu ile, yarışmacının, kendisine Hamdi beyin önerdiği para ile, kutuya gitmek arasındaki kararsızlıkları aynı şeydir.

Yarışmacıya 120 bin lira önerilmiş olsun ve kalan iki kutuda da 20 bin lira ile 500 bin TL olsun. Yarışmacı, Hamdi beyin önerdiği parayı almadığında uğrayacağı zararı düşündüğünde beyinde kan amigdalaya hücum ediyor. Amigdala'dan gelen sinyaller yükseliyor. Aynen bir elektrik voltajı gibi karar merkezine güçlü sinyal göndermeye başlıyor ve önerilen parayı almak anlamlı geliyor. Fakat "kutudan ya 500 bin çıkarsa" dediği anda, Kan beynin Frontal Korteks dediğimiz, kafatasının ön tarafındaki kısma hücum ediyor. O bölge bilinçli bölge olduğu için, O para ile neler yapabileceğini düşünmeye başlıyor ve o anda mutlu oluyor ve kutuyu açtırma isteği artıyor. Yani frontal korteks karar merkezine güçlü sinyaller göndermeye başlıyor. Ardından, bilinçaltında bulunan daha önceki kötü tecrübeleri devreye girince korkular başlıyor ve amigdala yeniden devrede... İşte tam bu aşamada, git gel başlıyor... Süre uzadıkça beyin inanılmaz bir şekilde yoruluyor. Çünkü kan beynin bölümleri arasında bir oradan bir oraya sürekli hücum ederken, kandaki stres hormonları had safhaya çıkıyor. Bu tür bir sürecin uzaması aslında, beyinde hasar bile yaratabilir. Normal şartlarda Acun'un bu süreci çok fazla uzatmaması lazım. Çünkü o sırada tansiyon yükseliyor, kalp atışları (nabız) hızlanıyor ve Allah korusun bir pıhtı (emboli) atsa yarışmacıya inme inebilir. Aslında eğer bu yazıyı okuyanlardan, bu yarışmaya katılacak olan varsa, yarışmaya gitmeden önce 1'den 24'e kadar kağıtlara numaraları yazsın ve rasgele bir kutudan seçsin ve çıkan numaraları da sırasıyla bir kağıda yazsın. Eğer yarışma sırası kendisine gelmişse, bu sıraya göre kutuları açtırsın. Eğer başka bir arkadaşı yarışıyorsa, açılan kutular ve yarışma bitimi sonrasında acaba elindeki kağıda göre kutular açtırılsaydı son iki ya da dört kutuda ne kalacaktı diye baksın. Yok efendim 22'den hep kırmızı çıkıyormuş, Ayşe hep mavi açıyormuş... Bunlar yarışmaya heyecan katan ama sonucu etkilemeyen faktörlerdir.

Bir borsa yatırımcısı bir kağıt aldığında, eğer her gün al-sat yapıyorsa (temel analize göre yatırım yapıp şirketin değerlemesini yapanları kastetmiyorum) bu yarışmacının yaşadığı kararsızlık ve belirsizliği her an ve saniye yaşıyor. Kazandığı günler mutlu, ama çoğunlukla da mutsuz ve huzursuz bir dönem geçiriyor. Hani bir yazı yazmıştım... Bir ve alsanız ve her sabah bir ekranda evinizin fiyatını görseniz, ve evin fiyatı sürekli olarak yüzde 15-20'lik bantlarda değişseydi. Mesela dün 200 milyara aldığınız ev 160 milyara düşse ne olurdu? Hayatınız zehir olurdu. Borsada günlük işlem yapan insanlar bir ev parasını kağıda yatırırken, karar alma süreleri 5 dakikadan fazla değil. Ondan sonra da, her dakika ve her saniye beyinde kan bir oraya bir oraya koşturuyor. Seans bittiğinde de anormal yorgunluk, mutsuzluk, hayattan zevk almama ve çoğunlukla da depresyonla karşılaşıyorlar. Herkes ısrarla geleceği görmek ve kesin olarak bilmek istiyor. Böyle olursa bu mutsuzluktan kurtulacaklarını düşünüyorlar.Aslında geleceği bilmek mümkün değil ve geleceği bilmemek büyük bir nimettir.

Varsayalım ki, gece uyurken biri size geldi ve bütün geleceği bilme yetisinin tamamını size vereceğini söyledi. Sonra'da rüyanızda size dokundu ve sabah kalktığınızda artık bütün geleceği görüyorsunuz... O gün borsada hangi hisselerin tavan yapacağını biliyorsunuz.... Bunları bildiğiniz için 1 yıl içinde 1 milyar TL kazanacağınızı da biliyorsunuz... Ardından Amerika'da, Asya'da kafanızın estiği yerlerde, havai adalarında malikaneler alacağınızı da biliyorsunuz... Altınıza Porsche'yi alırken, bir tane de en kralından özel uçak aldığınız da size bir film gibi gösteriliyor... Dünya'da gezmeyi düşündüğünüz her yerdesiniz ve kendinizi izliyorsunuz.... HEp hayal ettiğiniz Afrika'dasınız.. En güzel kzılarla safari yapıyorsunuz.... Fakta birden..... bir çıngıraklı yılanın sokmasıyla yere yığılıyorsunuz.... sizi hastaneye yetiştirmeye çalışıyorlar ama kurtarılamıyorsunuz.... Acaba bu geleceği bilme yetisinin size verilmesi teklifini kabul eder miydiniz?

Sonu ölüm olduğu için herhalde kabul etmezdiniz. Şimdi "Yahu hocam... ya 80 yaşına kadar yaşayacaksam, o zaman kaul ederim" diyebilirsiniz... ama ölüm zamanınız bu yeti size verilmeden önce bildirilmiyor ve şansınıza ne çıkacağını bilmeden yine de kabul eder miydiniz? Varsayalım 80 yaşına kadar yaşacağınız size söylendi. Acaba o zaman kabul eder miydiniz... Bütün yaşayacaklarınızı önceden gördüğünüz anda, acaba bunları yaşamak size heyecan ve mutluluk verebilir miydi? Geleceği bilmediğimiz için ne kadar çok mutlu olmalı ve şükretmeliyiz, öyle değil mi? Hergün çevremizde birçok kişinin öldüğünü görürken bile, ölümün bize hiç gelmeyeceğini düşünüyor ve öyle davranıyor olmamız sayesinde yani bize verilen bu yeti sayesinde hayata umutla heyecanla sarılıyoruz.

Yatırım konusunda da geleceği boşverin... PLAN YAPIN...

Ne planı?

Bir kümes yaparken bile bir çizim yapılmıyor mu? Dünya'da bana öyle bir yapı veya eser gösterin ki, önceden planlanmamış olsun... Bir demiryolu, bir köprü, bir ameliyat, bir okula kayıt yaptırmak, bir yerden bir yere yolculuk etmek... daha binlerce örnek sayabilirsiniz... Madem herşeyi planlıyoruz da, bir hisse alacağımız zaman bu hisseye ilişkin strateji planımızı niye yapmıyoruz? Yapsak bile, niçin bir fiyat hareketi bütün planlarımızı değiştirmemize neden oluyor? Niçin 5 liradan aldığımız kağıdı 5.50'de satacağım derken, 5.50 kademesi kalktığında bu sefer 5.60'dan tekrar alıyoruz?

Merak etmeyin suç sizde değil. Çünkü beyniniz öyle programlandı. ABD'de Stanford Üniversitesinde ve başka üniversitelerde de, NÖROECONOMICS isimli bir bölüm kuruldu. Yani nörologlar ile ekonomistler birlikte çalışıyorlar. Bu çalışmalardan çıkan ve yüzlerce sayfa tutan bilimsel araştırma ve makalelerin tek cümleyle söylediği şeyi size özetleyip bu yazımı sonlandıracağım... Bir hisse alırken... FOREX piyasasında paritede bir işlem yaparken... Gidip çarşıdan döviz alırken... yani fiyatı sürekli hareket eden bir şeyi alırken... bir boş sayfaya şu soruların cevaplarını yazın...

Soru 1. Neden alıyorum? (Örnek: stokastik göstergesi sinyal çizgisini yukarı kesti)
Soru 2. al-sat sürem ne olacak? (VADE) (Örnek: bu pariteyi 2 saat izleyebilirim, 2 saat içinde al-sat işlemim bitmiş olacak)
Soru 3. Hangi fiyatta zararı keseceğim? (pariteyi 1.34'den aldım, 1.3370'de satacağım ve zarar edeceğim ve palnımı yaptığım için mutlu olacağım)
Soru 4. hangi fiyatta kârımı cebime koyacağım? (1.3470'de kârımı realize edebilirim ama fiyat oraya çıkarken uzun beyaz mum oluşursa satış hedefim 1.3485 olur)

Eğer yukarıda söylediklerimin yarısını bile yaparsanız ve beyninizin zaaflarının üstesinden gelip, kendinize verdiğiniz sözü tutarsanız, daha öncekiler kadar zarar etmeyeceğinizden emin olabilirsiniz....

Ama piyasadaki fiyatları izleyen gözlerinizin beyninize gönderdiği algılama ve sanal görüntü, vücudunuzda birçok fizyolojik olayın başlamasına neden olur... kandaki değerler değişir, beyninizin içindeki şeytanı (bilinçaltındaki kötü anıları) dürtükler ve o şeytan size sürekli olarak "Şu agacın meyvasından ye" der. Yediğinizde de Adam gibi olursunuz (Adem A.S. gibi) ....

Yukarıdaki sorulara vereceğiniz cevaplar beyne KANAAT, HIRSA YAPMAMA, KAYBEDERİM KORKUSUNDAN KURTULMA mesajlarını göndererek sizi huzurlu hale getirir. Ama unutmayınız, tam STOP-LOSS yapıp zararı kabullenme ve TEVEKKÜL anınızda veya tam kârı cebinize koyup TAMAH edeceğiniz anda o ŞEYTAN yine kulağınıza birşeyler fısıldayacaktır.

26 Eylül 2010 Pazar

Yaşar Erdinç--Gerçek Yatırımcı ve RASGELE Yöntemi

Bana sürekli olarak ellerindeki kağıtların ne olacağını soran mailler geliyor. Ben de cevap vermiyorum. Çünkü bunu soran kişinin beklentisini bilmiyorum. Vadesini bilmiyorum... Yatırım kişiliğini bilmiyorum... yani daha birçok bilmediğim parametre var. Ama şunu biliyorum, eğer cevap verirsem daha sonra bana mutlaka hesabını soracaktır. Çünkü piyasalar O'nun bana hesap sorması için gerekli ortamı hazırlayacaktır. Adamın bana hesap sormaması için benim söyleyeceğim al ve sat sevyelerinin kesinlikle dip veya zirve olması lazım. Bu da mümkün değil.

Adam 5 TL'den kağıdı almış, kağıt 6 TL olmuş ve hocam satayım mı diyor (aslında kafasında satmak var ama bunu bana söylettirip, sorumluluğu üzerime yıkmak istiyor, beyin daha sonra "oğlum suç sende değil, sana sattırandaydı aslında senin bir hatan yok" diyerek, onu yanlış yapmaya teşvik edecektir.)

Ben de "Bak kağıt bir ayda yüzde 20 kazandırmış, bu iki yıllık faiz getirisidir bence sat" dediğimde kendi yatırım felseme uygun ama bu adamın yatırım felsefesine uygun olup olmadığını bilmediğim bir cevap vermiş oluyorum. Sonra bir mail alıyorum ve "hocam sat dedin, sattık bak kağıt 6.50 olmuş" diyor. Tabi ki o an bu arkadaşın yatırım felsefesini öğrenmiş oluyorum. Arkadaş 6 TL'de sattığı an, oranın zirve olmasını istiyor. KEndi elinde değil, çünkü beyin öyle programlanmış. Al dediğinizde de DİP'ten almak istiyor.

Bana lütfen hisse sormayın... Çünkü borsada zaman beni de sizi de sürekli olarak haklı ve haksız çıkaracaktır. Ben size bugün önemli yatırımcılık tüyoları vereyim.

Beyin ne zaman belirsizlik görse hemen bunu çok net bir resme çevirmek ister, eğer belirsizliğe karşı, sorduğu sorulara cevap bulamazsa, kandaki stres hormonları yükselir ve bu stres belirli bir noktaya ulaşırsa, insan şuurlu hareket edemez olur. Yatırımcılar bu tür bir durumu her gün yaşıyorlar. Çünkü her yeni sabah, "bugün ne olacak?" "hangi kağıt artacak?" "Elimdeki kağıt düşer mi, yükselecek mi?" sorularının sorulduğu zamanlardır. Bu soruların hepsi stres hormonlarını harekete geçiren sorulardır. Fiyat hareketleri aşırı şekilde oynak olmaya başladığı anda, bu soruların yarattığı stres daha güçlü olur. Stresli zamanlarda işlem yapmak akıllıca değildir. Bu yüzden uygulanması gereken yöntem, bir avcının yöntemidir. Eğer her sabah piyasalar açıldığında bu soruları soruyorsanız, her uçan kuşa ateş eden bir avcı gibisinizdir. Halbuki avcılar, uzun süre sabırla bekleyen, arayan ve her uçan kuşa ateş etmeyenlerdir.

Bahsettiğim bu soruları sormamak için yapılması gereken şey ise, önceden hazırlık yapmaktır. Eğer her gün işlem yapıyorsanız ama 10 günde yüzde 100 getiri sağlayacak bir kağıt arıyorsanız, bu mümkün değildir. Çünkü her gün işlem yapan biri teorik olarak en fazla yüzde 20 getiriyi yakalayabilir, bu da şans eseri olur. Diğer birçok işlem ise zaten kazandığınız o paranın tümünü götürür. Yüzde 100 getiri hedefleyip, her gün işlem yapmak, Amerika'ya bir sandal ile 2 günde ulaşma isteğiyle bir yolculuğa çıkmaya benzer. Ani bir dalga ile denizi boylarsınız. Dalga çıkmadığını varsayalım, bir sandal ile Amerika'ya 2 günde değil belki de 20 ayda gidebilirsiniz. Yani hedef ile hedefe ulaşma zamanı ve hızı kullandığınız araca bağlıdır. Yani her yatırımcı, hangi vadede, yüzde kaç getiriyi hangi yöntemi uygulayarak elde edeceğine karar verip, bu ilkelerden ödün vermemelidir.

O zaman, hedefiniz Amerika'ya gitmek ise birçok dalgaya dayanabilecek ve okyanusu aşabilecek güçte bir deniz aracına binmeniz gerekir. Bu deniz aracının (güçlü hissenin) en önemli iki özelliği ise, 1) Her yıl kâr etmesi, 2) her yıl elde ettiği kârın en az yüzde 40-50'sini de yatırımcısıyla paylaşmasıdır. İşte bu hisseler büyük dev dalgalarda yalpalayacaklardır ama batmayacaklardır. Şu an "hocam titanik'i unuttun galiba" dediğinizi duyar gibiyim. Ama, 100 yılda bir kaç istisna olabilir. Enron borsaların titaniğidir. Demirbank İMKB'nin titaniği olmuştur. Gemi su almaya başladığında bu gizlenmiştir ve gemi batarken, bunu gizleyenleri de batırmıştır. Yani sağlam hisseyi seçeceksiniz ama su alıp almadığını da sürekli kontrol edeceksiniz. Gerçek yatırımcılık budur. Yani uzun vadede en çok katma değer üretecek ve bunu da sizinle paylaşacak şirketi seçmelisiniz. Bu tür hisselere bir anda yüksek miktarda bir para yatırmanıza gerek yoktur. Her ay belirli bir miktarda (lot) alma kararı verdiğinizi düşünün. Hissenin fiyatı da 8 TL olsun. Varsayalım ki şirket bu yıl sonu hisse başına 1 TL kar dağıtacak olsun. Şu an 100 tane hisseye 800 TL ödeyeceksiniz ve yıl sonunda 100 TL kar payı alacaksınız. İşte eğer hissenin nominal yani piyasadaki değeri değil de, sizin için hisse sayısı önemliyse, doğal olarak, almakta olduğunuz ve biriktirerek kârına ortak olmak istediğiniz şirketin hisselerinin fiyatının düşmesini istersiniz. Çünkü hisse fiyatı eğer borsadaki genel bir düşüş nedeniyle (hisseden kaynaklanmayan bir sebeple) 8 TL'den 4 TL'ye düşerse siz, 100 hisse için 400 TL ödeyeceksiniz ama yıl sonunda hisse başına 1 TL kar payı aldığınızda 400 TL'nize 100 TL (yüzde 25) getiri sağlamış olacaksınız.. Halbuki hisse 8 TL iken 800 TL ödeyip 100 TL kâr payı alıyordunuz ve yatırdığınız paranın getirisi yüzde 12.5 oluyordu. İşte gerçek borsa yatırımcıları bunlardır. Yani ortak oldukları şirketin hisse fiyatları düştükçe daha fazla alabileceğini düşünerek sevinenlerdir.

Şimdi şöyle bir şirket düşünün. Her yıl kâr ediyor (yukarıda hani bu tür şirketleri seçeceğimizi söylemiştik,) ve her yıl bu kârın yüzde 80'ini dağıtıyor olsun. Hisse başına 1 Tl kar payı alıyor olalım. Şu an hisse 4 TL ise 1/4=0.25 yani getiri yüzde 25'tir ve hisse yükselmelidir. yani 4 TL fiyat alım için çok uygundur. Hisse fiyatı 10 TL olursa getiri 1/10= yüzde 10'dur ve banka faizleriyle karşılaştırıldığında hala caziptir ve şirketin karları düşmeyecekse ve kar dağıtmaya devam edecekse, 10 TL hala uygun fiyattır. Eğer hisse fiyatı 15 TL ise, getiri 1/15= Yüzde 6.66'dır ve baka faizlerinin net getirisi de zaten yüzde 6.5 civarındadır. Hissede eğer kar artış beklentisi varsa hisse hala tutulabilir, ama karlarının düşeceği beklentisi varsa 15 TL pahalıdır. Varsayalım ki hissenin kârları sabit kalacaktır. Bu arada hisse 18 TL olmuşsa (kârlar beklendiği şekilde sabit kalacaksa) getiri yüzde 5 seviyesine gerilemiştir. Bu durumda eldeki bütün hisseleri satıp, banka faizine yatırmak daha karlıdır. Yani bu yatırım felsefesine göre toplamış olduğunuz bütün hisseleri satabilirisniz. Peki ne zaman alacaksınız. NE zaman getiriler yeniden faizden daha yukarı ve anlamlı bir seviyeye çıkarsa.... İşte o zaman hisseyi belki 13 TL veya belki 15 TL'den geri aldığınızda sattığınız hise sayısından çok daha fazla hisseniz olacaktır. İşte asıl kazanç, hisselerin toplam değeri değil, hisselerin sayıdır. Aynen bir kuyumcu gibi düşünmek gerekiyor. Kuyumcular ellerinde bulunan altının toplam kaç Tl ettiğine bakmazlar, onlar kaç kilo altınla başlayıp şu an kaç kilo altınları olduğuna bakarlar.

Şimdi diyeceksiniz ki, "hocam anladım ama ben günlük heyecanı da yaşamak istiyorum. Anlattığınız şekilde, hisseleri her ay alayım ama herkes Warren Buffet tarzı yatırımcı olmak istemeyebilir, günlük heyecan yaşamak istiyorsak ne yapalım"

İşte bunun için mutlaka kendinize bir yöntem geliştirmelisiniz. En kötü yöntem sabah seans açıldığında "bugün hangi ata oynasam" mantığıdır. Bu durumda fiyat hareketleri sizleri alt etmeyi becerir, çünkü sürekli olarak o yanlış soruları sorarsınız "ne olacak? nereye kadar gidecek? düşecek mi? Siz bu soruları sorarken, fiyatlar sizinle kedinin fare ile oynadığı gibi oynar. Eğer hisse aldığınız fiyatın altına gelirse beyniniz "satma artık... bir günde bu kadar zarar yazmak anlamlı mı? uzun vadede kazanılır" diyecektir. Eğer fiyatlar hızla düşmeye başlarsa beyniniz "yahu demin az bir zararla satabilirdin, niye satmadın ki" diyecektir.... fiyatlar daha da aşağı inerse, akıl devreden çıkar ve vücudu tehlikelere karşı korumakla görevli olan ve stres ile coşkuyu yöneten amigdala devreye girer ve "Oğlum manyak mısın, paranın tamamını kaybedeceskin artık sat da kurtul" der ve en dipte satarsınız. Sizi kandıran borsa değil beyninizdir. Ama neden? Çünkü pozisyon alırken beyninize belirli ve net bir senaryo çizmediniz. Bu yüzden belrislik durumunda siz yukarıdkai soruları sorarken beyin gitti gitti geldi...

Size şimdi "bugün hangi ata oynayayım" mantığından çok daha geçerli bir başka yöntem söyleyeyim. Gözünüzü kapatıp bir hisse seçin. Bu hissenin kapanış fiyatına bakın. Sabah seans açıldığında bu hisseyi dünkü kapanış fiyatından alım hedefi koyun. Çok basit teknik analiz göstergeleri olan trend veya destek direnç çizgilerini kullanarak veya bunları hiç kullanmadan katlanacağınız zarar miktarını belirleyin. Sonra da bu hisse üç gün içinde (veya siz beş gün içinde veya sadece o gün içinde diye hedef belirleyebilirisiniz) eğer şu fiyata gelirse satacağım ve ondan sonra başka balık avalayacağım deyiniz. Göreceksiniz ki, beyin zarara hazır olduğu için zararlar büyümeden zarar noktasında satacaksınızdır... Ya da kar hedefine geldiğinde asla "ne olacak? nereye gidecek? sorularını sormadan kar realize edeceksiniz. 1 hafta bu yöntemi deneyin. Ama bu yöntemin en önemli özelliği rasgele bir hisse olmasıdır. Eğer bildiğiniz bir hisse olursa hisse ile aranızdaki duygusal bağlar nedeniyle bu yöntemi uygulayamazsınız.

BEn az önce matriks ekranında gözümü kapatarak rasgele bir hisse seçtim. GUBRF çıktı. Hisse 12.90'dan kapanmış. TEknik olarak 12.35 fiyatını görürse zararına satış yapılmalı, 13.25 seviyesine gelirse kar realize edilmeli. Bakalım hangisi çıkacak? dolayısıyla 1290 TL yatırırsam (yani 100 lot alırsam) zarar durumunda elimde 1235 TL olacak ve 65 TL zarar edeceğim, kar olursa param 1325 TL olacak ve 35 TL kâr etmiş olacağım. Bakalım hangisi olacak? (NOT: bu yöntemi eğer sadece 1 veya 2 defa uygularsanız, beyniniz küçük sayılar yasası denilen yasayı çalıştırır ve bu durum beynin en büyük zaaflarından biridir. çok zararlıdır.)

Bu yöntemi en az 20 defa denemeli ve ondan sonra genel bir kural oluşturmalısınız. İllaki para ile denemek zorunda değilsiniz. Bugünden itibaren bir deftere, RASGELE yöntemini uygulamak üzere simulasyon yapınız. Yani sanki o an bu kararı gerçek para ile yapıyormuş gibi bir deftere kaydedip sonuçlarını tutmaya başlayınız. Daha sonra da bu sonuçları, ekstrenizde en son yaptığınız en az 20 işlemle karşılaştırınız. Acaba hangisi daha iyi sonuç verdi. Eğer bana bu konuda önyargısız olarak ulaştığınız sonuçları gönderirseniz, ben de bu sonuçları yayınlayacağım. Ama ekstrenizde en son yaptığınız en az 20 işlem gerçek işlem olmalıdır ve bu anlattığım RASGELE yöntemini en az 20 hissede denemelisiniz. Önce para yatırmadan deneyin.

Bazı dönemlerde bu 20 işlemin belki 17 tanesi zararla sonuçlanacaktır. Bazı dönemlerde de 18 tanesi karla sonuçlanacaktır. fakat şunu belirteyim ki eğer borsa artan bir trendde ise çoğu kârla sonuçlanır, eğer düşüş trendideyse çoğu zararla sonuçlanır. FAKAAAAT.... geçmiş tüm zamanlara bakınız.... borsa bu tüm zamanların yüzde kaçında artan trendde, yüzde kaçında düşüş trendindeydi? Evet doğru cevap yüzde 75'inde artan trend, yüzde 25'inde azaln trenddeydi... Demek ki uzun vadede bu RASGELE yöntemi en azından yüzde 70 başarı şansına sahiptir.... BEnim bugüne kadar yaptığım istatistikler de bunu destekliyor...

Unutmayınız... belirsizliği ortadan kaldıracak şey, kar veya zarar durumunda ne yapacağınızı önceden planlamanızdır... Yani A ve B senrayonuzun olmasıdır. STOP-LOSS koymayı bilmeyenler her zaman kaybetmeye mahkumdurlar....

11 Eylül 2010 Cumartesi

12 Eylül - 30. yıl

Bugün 30. yıldönümü . Yazacak çok şey var ama , zaman yok.

Bu darbe 60 - 71 - 80 - 28 şubat ve referandumla birlikte incelenmelidir. Aksi takdirde iyi anlaşılamaz. Bunlar bir zincirin halkalarıdır. Hepsi birlikte bir bütün oluşturur.

Tamamen oluşturulan suni şartlara dayanılarak yapılan darbedir. Heryeri saran terör devlet ve devlet dışı işbirlikçiler tarafından suni olarak yaratılmıştır.
Acı olan devlet büyüklerinin , terörden üzüntü duyanların ve devletin yanında olanın da karşısında olanın da aktör olmasıydı.

12eylül tamamen üniformalı horozların kullanıldığı son darbedir. 28 şubatta üniformalı ve üniformasız horozlar döğüştürülmüştür.

Referandumda ise tamamen üniformasız horozlar döğüştürülmüştür.

12 eylülün siyasi sonucu şudur. İkameci ve içe dönük kapalı ekonomik politikalar uygulayan demirel iktidardan uzaklaştırılmış, yerine ülkeyi dünyaya açan , borç batağına sürükleyerek ekonomik bağımsızlığını kaybettiren özal getirilmiştir.
Ülke ekonomik bağımsızlıkla birlikte siyasi bağımsızlığını da tamamen kaybetmiştir.

m.sedat saygılı

29 Ağustos 2010 Pazar

29.08.2010 açıklama

28 Şubat sürecinde Fethullah Gülen’i yurt dışına çıkmaya mecbur eden tavır üzerine “Av Partisi” adlı bir yazı yazdım ve Hocayı yurt dışına çıkmaya zorlayanların gerçekte onu başkalarının kontrolüne vermeyi amaçladığını ve bu kişilerin avcıların hizmetkarı olduğunu yazdım.Yani Hocaya baskı yapanların irtica ile mücadele ettikleri iddiası gerçek değildi. Ya bilerek ya da bilinçsizlikle bir güce hizmet ediyorlardı.

Cemaatin ülke için yararlı faaliyetlerine, ülkenin geleceği için öngördüklerinin ülkenin aleyhine olmamasına rağmen içine adeta monte edilen ve en küçük bir sorgulamaya bile gerek görmeden ortaya atılan iddialar, hedefi açısından savunulsa bile, metodu açısından eleştirilmesi gerekir. Yani, doğru bir hedefe varmak için de olsa, adaletsizlik savunulamaz.

Ayrıca darbe iddialarına mesnet teşkil eden ve geniş bir alanı, uzun bir süreyi kapsayan delilleri kimin sağladığı bilinmiyor. Bu hareketin içindeki operasyon boyutu ayıklanmalıdır.

Uzun süredir savunduğum bir “Derin Devlet” kavramı var. Bunu ülkenin geleceğini planlayan ve ülkeye yönelik operasyonlara karşı birlikte hareket eden bir akıl olarak tarif ediyorum. Şu anda buna ihtiyacımız var. Ülkede etkin olan bütün büyük güçleri temsil edenler bir araya gelir ve bir yandan terörü engelleyecek darbelerin önünü kesecek tedbirler alırken dış güç odaklarının operasyonlarına karşı da tedbirler alırlar. Birbirlerini hain ilan eden kişiler bir araya gelebilirler mi?

Av partisi , Mahir Kaynak ( 28 şubat sürecinde yazılmıştır)

Üzerimdeki ağırlığın yorgunluktan mı, bıkkınlıktan mı olduğunu pek kestiremedim. Kalabalıklardan uzaklaşıp doğaya sığınmak istedim ve yeşilliğin koynuna yasak bir aşık gibi sokuldum. Uyuklamışım. Yara bere içinde bir geyik, kendi haline bakmadan, alaycı bir ifadeyle,

- Hoş geldin çok bilmiş bey, perişan görünüyorsun, yine bir derdin mi var?

Beni tanımasına şaşırdım,

- Daha önce tanışmış mıydık? Diyerek şaşkın şaşkın yüzüne baktım.

- Seni herkes tanıyor. Geçenlerde konuştuğun balık her yerde seni anlatıp duruyor.

- Benim sadece canım sıkılıyor ama sen önce parçalara ayrılmış sonra da dikilmiş gibisin, ne oldu sana böyle?

- Asil beyler her zamanki gibi ava çıktılar. Arkada köpekler havlıyordu, davullar yeri göğü inletti ve bizi avcının önüne doğru sürmeye çalıştılar ama ben onların bu oyununu bildiğim için geriye, gürültücülerin tarafına koştum, köpekler beni bu hale soktular.

- İyi ki öldürmemişler.

- Onların avlanma yetkisi yoktur. Görevleri avı gerçek avcının tarafına sürmektir. Avlanma imtiyazı asillere aittir.

- Halinize acıyorum, hayatınız çok zor olmalı.

- Balık senin pek akıllı olmadığını söylüyordu, haklıymış. Kendi halinize bakmadan bize acıyorsunuz. Bu olay bizim başımıza arada bir gelir ama siz her gün aynı biçimde avlanıyorsunuz.

Sözlerini pek anlamadım o da benim anlamadığımı anladı.

- Bak çok bilmiş, hani sizin meşhur bir İslamcınız vardı ve bütün gazetelerde bir gün aleyhinde kampanya başlatıldı ve o ülke dışına gitti. İşte o yayınlar gürültüdür ve avcıların kucağına itilmiştir. Yani aleyhinde yazanlar aslında avcının adamlarıdır. Sizin meşhur bir terör örgütünüz vardı ve bir gün bunların İran’da, Suriye’de ve Türkiye’de eylemler yaptığı yazılmaya başlandı ve bir bölümü gidip avcılara teslim oldu. O yazılar avcının adamlarının çıkardığı gürültülerdi. İstersen sana yüzlerce örnek verebilirim. Eğer gazeteleri doğru okuyabilsen, televizyonlardaki mesajları anlayabilsen kimin avcı kimin gürültücü olduğunu anlarsın.

Bir geyiğin bana ders vermeye kalkması gururumu incitti, kızdım ve onu terslemek güdümü frenleyemedim.

- Bana bak geyik, benim bütün ömrüm bu olayların içinde geçti. Sen yeşillikler içinde geviş getirirken ben ateşle oynuyordum, bana akıl vermeye kalkma!

- İnsan olmak ne kadar zormuş meğer, sürekli yanılan bir aklı ve ukala bir gururu taşımaktan daha ağır bir yük olabilir mi?

- Özür dilerim geyik, haklısın, insanların sürekli yönlendirildiğini biliyordum ama bunun bir av taktiği olduğunun farkında değildim.

- Gürültücüleri hafife alma, bu iş için partiler, televizyonlar kurulur, gazeteler çıkarılır. Üstelik bunlar en vatansever söylemlerin şampiyonluğunu yaparlar. Onlardan kaçarken tuzağa düşersin. Ülkenizdeki kocaman bir ABD karşıtı İslamcı hareket nasıl uysallaştırıldı? Solun şampiyonları global kapitalizmin ödün vermez fedaileri haline nasıl geldiler? Tarihi doğru okumak gerekir. Siz tarih diye kronoloji ve onun size yönetenlerce kurgulanmış yorumunu okursunuz. Oysa çok şeye gerek yok. Bugünü anlamak için asillerin nasıl avlandığını öğrenin yeter.

- Güzel geyik, avcıların şimdi neyin peşinde olduğunu bana söyler misin?

- Devletinizi ele geçirecekler. Kurumlarınızın hiçbir şeyi doğru dürüst yapmadığı bir gerçek ama bu avcının derdi değil. Bunları yıkmaları doğru olabilir ama boşluğu kendileri dolduracaklar ve bunlar etkili olacağı için çaresiz kalacaksınız.

Korkuyla uyandım.

8 Ağustos 2010 Pazar

REFERANDUM

Konu 12 eylülse konuşma hakkı olan biziz.
Daha güneş doğmadan evi aranan , yakalanan , sorulan biziz. Sonrasında asılan, yargılanan , mağdur olan biziz.

Ama bu darbeye karşı olduğumuz için akp ile aynı safta mı olmak gerekir ?

Yoksa akp ' ye karşı olmak için beyinsiz bahçeli ile birlik mi olmak gerekir ?

Her ikisine de HAYIR

Ben KATILMIYORUM .

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Ya yeminini tut , ya dağa çık

Nihayet birisi doğruyu , ve aklın gereğini söyledi . Ama arkasında kim var ? destek olan var mı ?

Bu genelkurmay başkanının politikası değil , devletin politikası olmalıdır .

Ya yemin , ya dağ .

Devlet bunu söyleyemiyorsa , artık bu çocukları da kurban etmemelidir .

Veya artık herkes oyunu görmeli ve demeli ki ;
" hell no , we wont go "

27 Haziran 2010 Pazar

TERÖR & TERÖRİST

Terör siyasi hedeflere varmak için kullanılan araçtır.
Terörün ve teröristin, düşünceleri ve maksatları her zaman farklıdır.
Terör siyasi düşüncedir, hedefleri ve metodları vardır , terörist alettir.
Terör bir ülkeyi kontrol etmek veya imha etmek veya istekleri kabul ettirmek için uygulanır.
Terörist ise bir dinin veya etnik kökenin veya ideolojinin üstünlüğüne inanmış , uğrunda herşeyi göze alabilecek , canını verebilecek bir figürandır.
Terör, teröristin bu duygularını sömürür , aynı taleplerde bulunuyormuş gibi ,onu aldatır ve istediği istikamette kullanır.
Teröristin ve onu kullanan gücün hedefleri aynı imiş gibi görünse de tamamen farklıdır. Terörist hasmını yok ettiğini sansa da onu kullanan eylemin sonucundan istifade etmek ister.
Terörle mücadelede en yanlış olan teröristin kimliğini araştırıp , yakalamak için peşinden koşmak ve yakalayınca da operasyonu bitirmektir.
Doğru olan teröristi kimlerin kullandığını ve maksatlarının ne olduğunu , hangi odakların bunu planladığını düşünmektedir.
Aksi takdirde bataklık kurumadan sivrisinekleri bitiremezsiniz.

m.sedat saygılı

26 Haziran 2010 Cumartesi

TEVAZU


Obama ve Medmedev birlikte yemek yedi . İki dev ülkenin en tepedeki iki sultanı veya padişahı . Tarih 25.06.2010 . Dünya üzerinde onları ağırlayabilecek yer olmadığı için uzaya gittiler , ayda yediler yemeği.
Gittikleri yer bir hamburgerci idi ve sadece bir masa ve dört sandalye vardı . İkisi ve iki tercüman . O kadar mütevazi ve samimi bir tablo. Herhalde gelişmişlik bu olsa gerek.

Bizim geri kalmış ülkemizde sıradan bir kaymakam , belediye başkanı koltuk olmazsa oturmaz, kırmızı halı olmazsa yürümez . Etrafında dolaşan uşaklar , korumalar , yağcılar olmazsa rahat olamaz . Etrafına kimse yanaşamaz , soru soramaz , halini arz edemez.

Hele bir de başbakan veya cumhurbaşkanı ise Allah korusun . Görmek konuşmak bir yana hayal bile edemezsin.

İşte geri kalmışlık da bu olsa gerek.

Ben ülkemde böyle başkanlar istiyorum.
Ne renk olursa olsun , ne düşüncede olursa olsun .
Geri kafalı , kaprisli , korumacı olmasın .
Hür olsun , açık olsun , samimi olsun , müzevazi olsun , ufku açık olsun , halkından kaçmasın , gelişmiş kafalı olsun .

19 Haziran 2010 Cumartesi

Az bile

Devleti olmayan bir ülke var ortada . Teröristler kol geziyor , askerleri öldürüyor , vatandaşı sindiriyor. Dur diyen yok , yasa yok , yargı yok .
Elbetteki anarşi olacak , başka ne olabilir ki ?

Cumhurbaşkanı asker katilini affetsin.
Terörisler törenle karşılansın .
Terörislerin başları meclislerle , dokunulmaz halde , devletten maaş alıp , devlete küfretsin.
Asker katillerini cezaevinde devlet beslesin.
Devlet ihalelerini teşviklerini kürtler alsın.
En büyük işadamları ve mafia kürtler olsun.
Koray aydın 'ın bile müsteşarı aban olsun .

Az bile yapıyorlar .

m.sedat saygılı

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Kurtlukta düşeni yemek kanundur ( Baykal ' a ithafen)

Horoz dövüşünde horozlardan biri hırpalanır diğeri ise daha fazla zarar görerek kaçar ama çoğunlukla ölür. Kazanan, horozun sahibi ya da onu dövüşe sokandır. İnsanlar arasındaki mücadelede çoğunlukla ve özellikle günümüzde dövüşenler horozlardır, kazanan ya da kaybeden onları dövüşe sürükleyenlerdir.

Dövüşten sonra horozlar yeni bir dövüşe kadar kümese kapatılır, en iyi şeklide bakılır, ölmüşse hemen, sağ kalmışsa güçsüz düştüğünde tenceredeki yerine uğurlanır.

9 Mayıs 2010 Pazar

ALINTI ( bana ait değildir )

.....
Ülkemizdeki birçok olumsuzluğun arkasında yabancı güçlerin olduğu söylenir ama bunun hangi mekanizma içinde gerçekleştiği bilinmez. Genellikle uçtaki eylemciyle arka plandaki gücün doğrudan bir ilişkisi olduğu sanılır ve bu bulunmaya çalışılır. Oysa bu gibi yönlendirmeler bir zincire benzer ve en uçtaki militanın motifi ülkedeki politik eğilimlerin birine yakındır. O milliyetçi, solcu, dindar ya da etnik bir farklılığın savunucusu olabilir ama eylemin amacından bihaberdir. Zincirin halkalarında sermaye, politikacı, medya mensubu, bürokrat vardır ve bunların çoğu operasyonun farkında olmadan hizmet ederler.

Bu zincir kırmanın yolu olayları kendi çıkarlarınızı gözetmeden analiz etmek ve zincirin ucundaki büyük güce karşı politika üretmektir. Böylece zincirin diğer halkalarını ülke hizmetine yönlendirebiliriz.

.....

7 Mayıs 2010 Cuma

6 Mayıs
Darağacında 3 fidan
Onlar devrim için savaştılar . Halkımızın demokrasi özgürlük mücadelesinin meşalesi oldular.

Onlara ağıtlar yakılıyor ve kahramanlar gibi anılıyor. Bütün medya onlardan bahsediyor.

Evet bu ülkede KATİLLER ANILIYOR.

30 sene önce devletin askerini , polisini , masum vatandaşları öldüren eşkiyalar , katiller törenlerle anılıyor.

Şehit analarının gözyaşları dinmezken , bunların dul ve yetim bıraktığı insanlar aramızda boynu bükük dolaşırken katiller anılıyor , törenlerle.

Bugün askerleri öldüren , örgüt mensubu , terörist denen katiller de ,20 sene sonra bu ülkede kahraman olarak anılacaktır.

Ve benim 20 sene önce çocuklarınızı askere göndermeyin derken ne demek istediğim 20 sene sonra anlaşılacaktır.

Her şehidin ardından , kanı yerde kalmayacaktır yalanlarını savuran bu alçak
d-vl-t , bu kokuşmuş m-ll-t bu anmalara seyirci kalacaktır .
Yazıklar olsun.
Bu eşkiyalar , 9 mart ihtilalinin altyapısını hazırlamak , halkı ümitsiz , iktidarları çaresizlik içerisinde bırakmak amacı ile yapılan terör eylemlerini tertip edenlerin maşası olmuştur. Sadece kullanılmışlardır .
Tıpkı 12 eylül öncesi tırmandırılan terör gibi. Esefle gördük ki , 13 eylül sabahı terör bitmiş ve our boys gerekeni yapmıştı.

Ağızlarında devrimci söylemler olduğu halde , emperyalist , sömürgeci ingilterenin uşaklığını yapmışlardır. Kendileri devrim yapacağını sanarken , ingiltere tarafından tertiplenen 9 marta maşa olmuşlardır.

9 mart , madanoğlu cuntası gibi görünen sol bir ihtilal hareketi iken , aslında arkasında ingiltere olan ve 60 ihtilalinde kazanıp , sonra tekrar kaptırdığı insiyatifi ele alma hareketidir.

Hala kalanlar da , devrim yolunda öldüklerini söylüyorlar , ama ingiltere yolunda öldüler. Sonuçta ABD 12 mart darbesi ile teşebbüse engel oldu.
71 sonrası ABD , sokaktaki karşıtlarının karşısına sokaktaki taraftarlarını çıkarıp karşılarına dikmiştir.

m.sedat saygılı

10 Mart 2010 Çarşamba

Evet müneccimden neyim eksik ?

Aşağıdaki yazıyı 13.01.2010 da yazmıştım.
Başka birşey yazmaya gerek var mı ? Piyasaya henüz yansımadı ama , sineye de çekilmeyecek.

IMF ile ilişkiler ve pazarlıklar iki yıldan beri devam etmekte ve kabak tadı vermektedir. Bu haliyle bitmeyen , güney Amerika dizilerine benzemektedir. En yetkili ağızlardan duymamıza rağmen somut bir netice henüz yoktur. Büyüklerimizin yalan söyleyeceğine ihtimal vermiyoruz ama görmediğimize de inanmak istemiyoruz.
IMF ‘ nin piyasaya yansımasına gelince ; piyasa tamamen inanmış ve bunu satın almış durumda . Borsa yükselmiş ve döviz fiyatları diplerde , haberin teyidini bekliyor . Haber gelirse mesele yok , peki farklı bir haber gelirse , mesela imf ile anlaşma başka bahara kaldı , gibi...

şüyuu vukuundan beter
(bir şeyin dedikodusunun yapılması, onun gerçekleşmesinden daha kötüdür.)
Atasözü

Böyle bir haberin piyasalarda yaratacağı şoku düşünmek istemiyorum ama böyle bir ihtimali de inkar etmiyorum.

Birlikte göreceğiz.

m. sedat saygılı 13.01.2010

28 Şubat 2010 Pazar

Müneccim değilim ama , neyim eksik ?

2010 yılına yönelik tahminlerde bulunurken , özetle şunları söylemiştim.

1- 2010 yılında borsa düşecek
2- 2010 yılında dolar yükselecek
3- Avrupa sıkıntılar yaşayacak
4- imf anlaşması arap saçına dönecek
5- Hisse olarak favorilerim olarak
Adana A5.10-B2.98-C0.52 ,eczacıbaşı ilaç 2.50, eczacıbaşı yatırım 4.84 ,demisaş 1.36 , soda 1.63 gösterdim.

Şubat sonu veya 01.03.2010 itibarı ile 2 aylık döneme bakıldığında ne kadar haklı olduğumu göemekteyim.
Borsa düşmeye devam ediyor.
Dolar paritesi 1.35-1.36 aralığında geziniyor.
Yunanistan , İspanya , İngilter başta olmak üzere Avrupa ve AB sıkıntılar yaşıyor.
IMF ile flört nereye varacak belli değil ? Ne anlaşma var , ne anlaşmama , tam bir arap saçı.
Favori hisselerime yatırım yapanlardan zararda olan yok , aksine düşen borsada kazançlar var.
Değerlendirme için henüz erken olmasına rağmen yılın 1 / 6 'sı için doğru çıktı tahminlerim.
Evet müneccim değilim ama ne farkım var ?
m.sedat saygılı

28 Ocak 2010 Perşembe

Neden Yunanistan ?

Yunanistanda devlet tahvilleri hızla düşüyor ve komşumuz istirarsızlığa koşuyor.
Neden yunanistan ?
2010 yılında Avrupada finansal krizlerin olacağını yılbaşı yorumumda yazmıştım. Avrupa birliğinin de siyasi bir güç olamayacağını daha önce yazmıştım. Krizin Yunanistandan başlaması gerçekten en zayıf finansal yapının burada olmasından mı ? yoksa imf 'nin en kolay ulaşabileceği ülke olmasından mı ?

Bir AB ülkesinde çatlak oluşması , herşeyden önce birliğe güvensizlik doğurur. Eğer bu zayıflığı imf çözerse , bu birliğin yapamadığını imf yaptı anlamına gelir.

Yani, imf 'nin arkasındaki gücün siyasi gücünü artırır . Birliğin ise gücünü zaafa uğratır.

Eğer Yunanistanda kriz derinleşir ve birlik seyirci kalırsa ve bu arada imf eli uzanırsa ben böyle değerlendiriyorum.

Yunanistanın boğulmasına birlik göz yumabilir ama abd yumamaz . Komşumuz ve komşusu her zaman iyi müttefiklerdir.

m.sedat saygılı 29.01.2010

27 Ocak 2010 Çarşamba

Nasuhi GÜNGÖR / 14.05.2008 / stargazete

Nasuhi GÜNGÖR / 14.05.2008 / stargazete

Kraliçenin kodları

Kraliçe II. Elizabeth’i konuşuyoruz. İngiltere’nin dünya sisteminin öncülüğünü ABD’ye bırakması her zaman tartışmalı bir konu olmuştur. Bu devir teslime daha farklı bakanlar da vardır. Mesela ‘sistem’in gövdesini ABD’nin, beynini ise İngilizlerin yürüttüğü yönündeki tezlerin de hatırı sayılır bir taraftarı vardır.

Bu tezlerden hangisi doğru olursa olsun, İngiltere ve ABD’nin bazı kilit ülkeler üzerinde çatışma halinde olduğu, zaman zaman birinin ötekinden rövanş aldığı da söylenebilir.

Türkiye, bu önemli ülkeler listesinde ilk sıralarda yer alıyor. Bazen tarz farkı, bazen de Türkiye’ye biçilmek istenen rol, ABD ve İngiltere arasında böyle bir çatışmanın zeminini oluşturuyor. Menderes döneminin sona ermesi ve 27 Mayıs darbesinin ortaya çıkmasında böyle bir rövanşın izleri takip edilebilir.

Ya da daha yakın örnekleri var. Sözgelimi, birisi 1 Mart tezkeresini ısrarla isterken, öteki dar alandaki etkin ittifaklarını kullanarak bunu engelleyebiliyor.

Kapatma davasıyla başlayan sürecin, bu kadar etkin güçlerden bağımsız olduğunu düşünmek ne yazık ki kolay değil. Davayı açanlar, iddianame yazanlar farkında olur ya da olmaz. Ancak ortaya çıkan yeni durumun, Türkiye’de yeni bir etkinlik savaşına işaret ettiği açık.

Bir noktaya dikkat çekelim. Kraliçe’nin ziyareti, yeni bir dönemi başlatmıyor. Bir anlamda başlamış olan dönemi ‘taçlandırıyor’.

Geçtiğimiz yıl İngiltere-Türkiye arasında hayli kritik ziyaretler, görüşmeler gerçekleşti. En üst düzeyde gerçekleşen görüşmelerin yanı sıra, İngiltere Enerji Bakanı Malcolm Wicks’in kapsamlı ziyaretleri ve görüşmeleri, keza Adalet Bakanı Jack Straw’ın gelişini unutmayalım. Prens Charles’ın ziyareti ise bir bakıma işin entellektüel yanını zenginleştiren bir adımdı.

Bu yoğun trafik kuşku yok ki yeni bir döneme işaret ediyordu. Özellikle Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olarak seçilmesinin ardından bu ilginin arttığını söylemek yanlış olmaz.

Bu arada iki ülke arasında 2007 yılı Ekim ayında imzalanan ‘stratejik ortaklık’ anlaşmasını da özellikle anmak gerekiyor. Başbakan Tayyip Erdoğan ve İngiltere başbakanı Gordon Brown’ın imza attığı bu anlaşma, enerjiden ekonomiye, Irak’tan Kafkaslara, Avrupa Birliği’nden terörle mücadeleye kadar pek çok alanda bir işbirliğinin altını çiziyordu.

Kraliçe, işte tüm bunların ardından Türkiye’ye geliyor. Ziyaretle ilgili oluşturulan dini ve kültürel semboller, iki ülke arasında sağlanan işbirliğinin kalıcılığına ve ‘kapsama alanı’na işaret ediyor.

Esasen yukarıda söylediğim gibi, süreç çoktan işlemeye başladı. Birkaç ay öncesine kadar kimsenin aklının ucundan bile geçmeyen senaryoları konuşuyoruz.

Kraliçe’nin gelişi, sadece iç ve dış politikanın değil, zihinsel kodlarımızın da değişime uğrayacağı bir dönemin sembolik açılımı.

Görün bakın, önümüzdeki aylarda din, kültür hayatı, etnik çatışma ve çeşitli sorunlar üzerinde neler neler tartışacağız.


Nasuhi GÜNGÖR / 14.05.2008 / stargazete

16 Ocak 2010 Cumartesi

Neveser Kökdeş ( 1904)- (1962)

1904 yılında doğdu.Küçük yaşta ağabeyi Muhlis Sabahattin'den eğitim alan sanatçı, gitar ve piyanoda usta olmuş, konserler vererek besteler yapmıştır. Bestelerinde kendine özgü bir tarzı olan sanatçının en çok sevilen besteleri: "Ruhumda neş'e hayale daldım" "Sevmek seni bir suç ise", "Gül olsam ya sümbül olsam","Canandan uzak kaldım", "Bir emele bir ah çeksem","Hüsranla gönül hep inler", "Gül Dalında Öten Bülbülün Olsam". 1962 yılında öldü.

Benim bildiklerim , bir yüzbaşı ile evlenir . 15 günlük evli iken yüzbaşı Çanakkaleye görevlendirilir ve geri dönmez.

Aşkı fısıldar sesin , bülbülmüsün ah nesin.(nişaburek )
Kuş olup uçsam , sevgilinin diyarına (segah)
Çok sevdiğim eserleridir.

Sabite Tur Gülerman 'dan iki eserini dinleyebilirsiniz

http://www.facebook.com/video/video.php?v=107812781490

13 Ocak 2010 Çarşamba

IMF

IMF ile ilişkiler ve pazarlıklar iki yıldan beri devam etmekte ve kabak tadı vermektedir. Bu haliyle bitmeyen , güney Amerika dizilerine benzemektedir. En yetkili ağızlardan duymamıza rağmen somut bir netice henüz yoktur. Büyüklerimizin yalan söyleyeceğine ihtimal vermiyoruz ama görmediğimize de inanmak istemiyoruz.
IMF ‘ nin piyasaya yansımasına gelince ; piyasa tamamen inanmış ve bunu satın almış durumda . Borsa yükselmiş ve döviz fiyatları diplerde , haberin teyidini bekliyor . Haber gelirse mesele yok , peki farklı bir haber gelirse , mesela imf ile anlaşma başka bahara kaldı , gibi...

şüyuu vukuundan beter
(bir şeyin dedikodusunun yapılması, onun gerçekleşmesinden daha kötüdür.)
Atasözü

Böyle bir haberin piyasalarda yaratacağı şoku düşünmek istemiyorum ama böyle bir ihtimali de inkar etmiyorum.

Birlikte göreceğiz.

m. sedat saygılı 13.01.2010