HOŞ GELDİNİZ

Siyasetçi doğru olanı değil , uygun olanı söyler.

30 Aralık 2012 Pazar

2013' e girerken


Her yıla olduğu gibi , yeni 2013 yılına da  Türkiye de , Dünya  da sıkıntılarla  girmektedir. Suriyedeki iç savaş yıl boyu devam etti . Aslında  bir avuç suriyenin bir önemi yoktu ama ,  perde arkasındaki   oyuncular , ayrı bir heyecan katıyorlar.  Tehlike , patriot füzeleri yerleştirecek kadar vahim değildi ama , iç savaş üzerinden  yürütülen  operasyonlar , tehditler , hesaplar var. 2012  endişelerimi sıralarken , başta , bölgedeki  şii-sünni kışkırtması vardı  .  Endişe hala devam ediyor ve suriyedeki iç savaşın en tehlikeli  tarafı , tarafların yapacağı bir çılgınlıktır. Bölgede bir otorite yoktur ,  çıkacak bir yangına  müdahale edecek itfaiye  yoktur. 2011 de birçok arap ülkesinde dolaşan  arap baharı , suriyede uzun bir zaman  geçirdi.
   Ekonomik açıdan  bilhassa Avrupa' da  sular durulmadı .  Hergün yeni bir haber , ama kötü haber , Yunanistan , battı , İspanya  battı derken  hiçbiri batmadı . Ama Avrupa ekonomik  açıdan iyi olmadığı için siyasi  olarak da iyi olamıyor. Ciddiye alınmıyor ve tavrı olamıyor.
  Amerika  da iyi  değil , şimdi ek vergiler gündemde . Borç yükü 16 trilyon  dolar .Yani Amerikanın  da  paraya  ihtiyacı var.
  Şu kesin ki , birinci ve ikinci dünya savaşından  sonra , dünya üçüncü defa şekillenmektedir.  İngiltere  hiçbir şekillenmede  bu kadar  güçsüz olmadı. Çin de ilk defa  masada ,  otorite.  Hatta Avrupa 'nın  yerine terazinin  kefesine oturmuş durumda.
  Ülkemizde  iç karışıklıklarda  gitgide  artış ve yayılma var .  Sokaklar  çok karışık ve azalacak   görünmüyor. Daha çok  muhalefet  destekli ve iktidarı  zorda bırakacak nitelikte.
   Kürtler ülke  hakimiyetinde biraz daha yol aldı , meclisteki  küstahlıları da  giderek arttı . Bir avuç insanla  neredeyse meclisi yönetecek hale geldi. Sokaklardan sonra meclis hakimiyetini de ele almak üzereler.
   Yıl içinde  yazdığım yazılarda , ülkede  cumhuriyetin  fiilen bittiğini  çünkü cumhuriyetin hamisi askerin yok edildiğini  de  gerekçeleri ve ayrıntıları ile ifade etmiştim.
   Geçen hafta  ilginç bir olay yaşandı , cumhurbaşkanı ve  başbakan , inönüyü  anma  adına  beyanat verdiler  ve övgü ile bahsettiler.  Sanki  yeni diktatörlerin , eski diktatörlere  rahmet okuması gibi oldu.Ben  uzun yıllardan beri , inönünün   anıldığını  hatırlamıyorum , belkide haberim olmuyordu. Ama geçen hafta , cumhurbaşkanı  mezarına giderek tören düzenledi. İnöni şüphesiz  bir diktatördü ve ülke adına  talihsizlikti. Oysa yakın geçmişte , camilerin ahır yapıldığı  söylenirken , inönü  kast ediliyordu.
   Türkiyede  2013 'de  seçimler olacak. Muhtemelen  bir tarafta  iktidar , karşı tarafta  üç parti  farklılıklarını görmeden  tek vücut olacaklar  , muhtemelen  mhp ile bdp 'yi aynı safta göreceğiz. Türkiyede  siyasetin  ne kadar  basit , ne kadar seviyesiz ve ne kadar ilkesiz olduğunu da  göreceğiz. Zaten  popülist oaln iktidar  seçimler yaklaştıkça  daha  cömert  oluyor, adadakinden , görüşünü alabileceğinden  bahsediyor. Yeni yılda  adadaki  resmi muhatap olabilir. Hatta  ömrü yeterse  ülkeyi bile yönetebilir. 
   Ekonomi tarafında  geçen yıl 1 USD = 1 EURO tahminim vardı , olmadı ama  çok yaklaştı . Bu yıl da çalkantı devam edecek gibi . Zaten  Avrupa için   zayıf  euro ,  bir AB  politikası olmalıdır. Altın açısından kötü sürprizler olabilir. Her ne kadar  2000 USD / ONS  konuşulsa da , bence  320  dolardan  yükselişe başlayan altının  , tekrar  1000 doların altına geleceğidir.
   2008 yılından beri  yükselen borsanın da , artık  bir çöküş yapacağı kesindir. Bu yıl olmasa bile  bir sonraki yıl  kaçınılmazdır. Sürekli yükselen bir borsa olmamıştır. Son yolcular da trene bindiğinde , yani hiç ilgisi olmayan insanların da borsaya koştuğunda , tren  kalkacaktır.
  Geçen yılki tahminlerimden  soda , ülker  tam isabet tuttu . Eczacı yatırm da  fena değil. Diğerleri de kötü değil. Borsa genelde yükseldi.
   Eczacı yatırım ve zorlu enerji  sanırım çok güçlü atak yapacaklar .  
   Herkese mutlu ,sağlıklı , huzurlu yıllar dilerim.

m.sedat saygılı

23 Aralık 2012 Pazar

Şeb-i aruz

   Bir vuslat  gecesinin  sene-i devriyesi  daha  geçti.  Her yıl  aralık  ayının  birinci haftası  mevlana haftası olarak  İSTİSMAR  edilir. Ülkede  en çok istismar edilen  değer , önce  müslümanlık  sonra da mevlana  hazretleri gelir.  Hiçbir gönül bağı olmayan  siyasi ve bürokratlar  ön sıraları doldururlar, mevlanasever geçinir , beyanatlar verirler .  Hazreti sevenler , hatta  hayran olanlar dışarı itilirler.
   Mevlana  hazretleri  ,  kedinen kaçan bir fareyi izler . Fare ineğin altından geçerken , ineğin bıraktığı   dışkının altında kalır. Ama  KUYRUĞU DİKTİR.   Kuyruğu fark eden kedi gelir ve onu yakalar. Mevlana  hazretleri bu olaydan şu sonuçları çıkarır.

1 - Üzerine her pislik atan düşmanın değildir.
2 - Seni  her pislikten çıkaran dostun değildir.
3 - Gırtlağına kadar pisliğe gömülmüşken , kuyruğunu dik tutmanın anlamı ne ?

  

9 Aralık 2012 Pazar

Konya hatırası


Kimi için  bir park , kimine bir hatıra ormanı . Ama birçoğu unutuldu , adları bile hatırlanmıyor .


25 Kasım 2012 Pazar


TÜRK DÜNYASI kavramını ilk kullanan,


TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI’nın kurucusu,

hayatını TÜRK DÜNYASI’na adayan,

son anına kadar TÜRK DÜNYASI için yaşayan, çalışan, düşünen,

yüreği TÜRK DÜNYASI, TÜRK DÜNYASI diye çarpan;

akıl, gönül ve dava adamı,

TÜRK DÜNYASI’nın bilicisi,

TÜRK DÜNYASI’nın boy boylayıcısı, soy soylayıcısı,

TÜRK DÜNYASI’nın ad koyucusu, yaşayan son Korkut Atası,

TÜRK DÜNYASI’nın aksakalı;


GÜLEN Hanımefendi’nin sevgili eşi, KARAHAN, KORHAN ve KÖZHAN’ın babası,
hepimizin hocası;

TURAN’ın yol göstericisi,

adı ile müsemma Prof. Dr. TURAN YAZGAN Hocamız Hakkın rahmetine yürümüştür.


24 Kasım 2012 Cumartesi günü, İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binasındaki tören saat 11:00’de, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı önündeki tören saat: 12:30’da olacak ve Fatih Camisi’nde ikindi namazını müteakip kılınacak cenaze namazından sonra Kozlu Mezarlığı’ndaki aile kabristanında ebedi istirahatgâhına defnedilecektir.


TÜRK DÜNYASI’nın başı sağolsun, yattığı yer nurla dolsun, ALLAH rahmet eylesin.



18 Kasım 2012 Pazar

Yakın zamanda kaybettiğimiz değerli insana Allahtan rahmet dilerim.  M. Sedat Saygılı

'Alçak, niye bize gol atıyorsun' 23.08.2006 ÖMER LÜTFİ METE

Kendini  milli, millici, ulusçu, ulusalcı, milliyetçi gibi sıfatlarla tanımlayanların pek çoğu arabesk bir sızlanma ve uyuşma müptelasıdır.Bu zehirden kendimi de pek münezzeh saymam. Viyana bozgundan bile önce mayalanan bu çürüyüşün merhemini Kuvva-yı Milliye ruhu ile bulmuşken İnönü'nün karşı devrimi ile kaybettik. Atatürk'ten sonra Ankara devletin milli niteliğine karşı savaş açarken basın milletle alay edercesine 'Milli Şef'e tapınıyordu. Aslında bu, İnönü'nün Anadolu'ya geçmeye ikna edilmeden önce Karabekir Paşa'ya açıkladığı 'manda' siyasetine dönüştü. Sevr sonrası Amerikan veya İngiliz idaresine girmeyi isteyen İsmet Bey, ne garip cilvedir ki, Milli Şef olunca kurtarılmış ülkeyi tekrar sömürge yapacak ilişkiler ağına sokar. Çok partili siyasi hayat başlatıp demokrasimize büyük katkı yapmış diye kökten Batıcı medya tarafından yüceltilen Milli Şef esasen Türkiye'yi devlet olmaktan çıkartan 'karşı devrim' sürecinin öncüsüdür. Hazindir ki, ülkenin en zeki çocuklarından seçilip titizce eğitilen subaylarımızın önemli bir kısmı, bu çarpıcı gerçeğin tam tersi propagandayla İnönü hayranlığına sürüklenip çaplarının altına düşmektedirler. (Türkiye'de ihtilallerin ardında Batı manevralarının bulunması bundandır.) Atatürk'ün İnönü'nün üstünü nihai olarak çizişi, Cumhuriyet'in resmi tarihinden silinmiştir. Başlangıçta, sınırlı sorumluluk verdiği bu arkadaşının birincil devlet yükünü kaldıramayacağından emin bulunan Gazi, O'nun önünü kesmek istemiş ama başaramamıştır. (Son ana kadar Atatürk'e yakın olanlar tanıktır.) Süreç Türkiye'yi örtülü manda yapınca kültür ve siyasette millicilik devri kapanır. Sahte Atatürkçülük maskesiyle, Mustafa Kemal'in bilinç ve dünya görüşüne yüzde yüz karşıt kökten Batıcılık devletin resmi ideolojisi olur. Tarihi Türk dünyası ve Osmanlı sorumluluk coğrafyasının üzerindeki ilgi ve hukukumuzdan geçtik; Misak-ı Milli haritasının henüz kurtarılamamış vatan topraklarına duyarlı olmak bile Turancılık ve suç sayılır. Mukaddesatçı, milliyetçi veya muhafazakar kavramlar, millilik karşıtı Milli Şef ve kökten Batıcı basının ortak dalaletiyle irtica ve aşırılık yaftası haline getirilir.Bu süreç; her renkten milliyetçilerin pek çoğunu arabesk sızlanma ve uyuşma müptelası yapar. Siyonizm, Masonluk ve Haçlılık aleyhine, sözde sağı bilinçlendiren yayınların düzeysizliği yüzünden vahim bir 'millici tatmin' gelişir: - Her şeyin sorumlusu, ezeli düşmanlarımızdır. Her kötülük bu Deccal yüzündendir, yapacak pek bir şey yoktur. Nasılsa -bir Mesih veya bir Kürşat olarak- Mehdi gelip bizi kurtaracak. Çoğu milliyetçi, mukaddesatçı, muhafazakar ve İslamcı bu saplantıyla bilincini tıkarken, bir kısmı da kökten-dinci tasarıyla, canavarın nalına çimdik atmak için silahlı eyleme yönelir. Millici, milliyetçi veya ümmetçi insanların bir kısmının köktenciliği, Kızıl Ordu yerine 'küresel terör kaynağı' olarak İslam'ı seçenlerin işini kolaylaştırdı. Diğerleri de kurtarıcı gelinceye veya hazırdaki kurtarıcı iktidarı alıncaya kadar sabah akşam sızlanır, uyuşur ve tatmin olurlar:- Bize şöyle yaptılar. Tam memleketi kurtaracakken hükümetimizi devirdiler. Bütün kabahat onlarda. Ne demek bu? - Alçaklar, bize gol attılar! Dalalete bakın! Küresel iddiası olan güç her yere burnunu sokar. Sahaya gol atmak için çıkanı 'vay kahpe' diye lanetlemek, teşhis ve tedavi edilemeyen Şark illetidir. Neden ikide bir gol yediğimizi ve yenildiğimizi sorgulamak yerine 'alçaklar bize gol attılar' diye sızlanıp uyuşmaya devam ediyoruz.

3. yılında rahmet ve saygı ile anıyorum.

Ömer Lütfi Mete: Dava adamı, gönül ehli, münevver, mütefekkir, muttaki. Adam kelimesinin vücut bulmuş hali. "Yiğidin borcu ölüm'' dedi ve borcunu çok sevdiği Rabbine ödedi. Öldüğü için üzülen sevenlerine ''öldüm de uyandım gülüm'' diyerek teselli verdi. Sevenlerini ''uçurumun kenarında'' bıraktı ama olsun. Kabri nur, mekanı cennet olsun. Fatihalarımız onun için olsun... | Halûk Doğan. Ölümünün 3. yılında rahmet ve saygı ile anıyorum. Allah rahmet eylesin.18.11.2009

24 Ekim 2012 Çarşamba

Hayırlı, sağlıklı ,mutlu , huzurlu bayramlar dilerim

Bayramınız Kutlu Olsun... HER GÜN BAYRAM Zamanla anlıyor insan: 3-4 güne sıkışmış bir tatilden öte bir şey bayram... Hayata rasgele serpiştirilmiş ilahi ikramlar, kıymet bilen kullara her daim bayram yaşatır. *** Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan... Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık... Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır. Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek... Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır. Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır. *** Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek, bir okulu bitirmek, kâbuslu bir rüyayı, kodeste ağır cezayı bitirmek bayramdır. Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle... Vuslat da bayramdır öte yandan... Endişe içinde beklediğinden mektup almak, telefonda ansızın sesini duymak, deli gibi burnunda tütenin boynuna sarılmak bayramdır. En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır. Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır. "Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır. Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram... *** Yeni bir sözcük öğrenmek, bir tünelin sonuna gelmek, müzmin bir işin kapısını çarpıp uzun bir yola çıkıvermek bayramdır. Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır. Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır. Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır. Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk adım, ilk yazı, ilk karne bayram... Güne gülümseyerek başlamak bayramdır. "İyi ki yanımdasın" bayram, "Her şeyi sana borçluyum" bayram, "Hiç pişman değilim" bayram... *** Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır. Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek, altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır. Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram... *** Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur. Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler. Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır. Her gününüz bayram olsun! CAN DÜNDAR

30 Ağustos 2012 Perşembe

ZAFER ( 25.08.2006 mail grubu)

Ağustos ayı geldi mi, biz zaferleri kutlarız , büyük taarruz , inönü , sakarya ,conkbayırı , Malazgirt (konu dışı) , 30 Ağustos sonra yaşayanlara 9 eylül gelecek ve diğerleri. Bu zaferler , 1. dünya savaşı sonunda kazanılmış zaferlerdir ve eğer savaşa girmeseydik kazanamazdık !! Avusturya - Macaristan veliahdının , Saraybosnada bir sırplı tarafından öldürülmesi ile başladığı şeklinde, çocuk yaşta kafama sokulan , 1. Dünya savaşı 'nın ,aslında Osmanlıyı parçalamak ve petrol rezervi yüksek bölgelerde , kullanabileceği kukla yönetimleri işbaşına getirerek hakimiyet kurmak ve Almanyanın Osmanlı ile yakın ilişkilerini görerek , zaman kaybının Almanyayı öne çıkaracağını düşünerek , ingilizler tarafından çıkarıldığını daha sonraları öğrendim.Daha Balkan ve rus harplerinin yarasını saramamış Osmanlıya , dört yandan salmış , M.Akif 'in " kimi yamyam, kimi hindu , kimi bilmem ne bela" dediği taşeronlarını . Yemen , Trablusgarp , Gazze , Çanakkale , bunlar yetmezmiş gibi isyanlar , ayaklanmalar . Devlet perişan , asker perişan , analar perişan , erzak yok , mühimmat yok ve sonuç malum . Harbiyedeki cepheden dönüş tablosu , çok güzel anlatır , bu hazin manzarayı . Sonra salmış yunanı , Anadoluya doğru , desteklemiş , erzak, silah hepsi var. Peşınden desteği kesmiş ve bu defa yunanlı perişan .Bu konuda , yine burada yazan bir arkadaş aynı konuya temas ederek , yunan genelkurmayında aldatılmışlığın belgeleri olduğunu yazmıştı. Sonra 1. ve 2 inönü , Sakarya , Dumlupınar derken , yunanlı denize dökülmüş ve İzmir kurtarılmış. Şehitler , dullar , yetimler , zayiatlar bir yana 22 milyon km2 ' lik Memalik-i Osmani , ingilizlerin jeologları ile çizdiği sınırlarla ,kalmış 780 bin km2 . Özellikle ittihat ve terakki karşıtları , savaşa girilmese bu kadar zayiat olmayacağını savunurlar. Oysa savaş bizim onurumuza çıkarılmıştır ve bundan kaçmanın imkansızlığını , Cemal paşa çok güzel ifade etmiştir. İşte ,bu zafer günleri geldimi , içine saman basılmış yunan üniformalarını yıllardır süngüleyip dururuz. Geriye dönüp ne kazanıp , ne kaybettiğimize bakmadan . 80 yıldır bu zaferleri coşkuyla kutlarız da sormayız , zaferi kim kazandı ? diye . Sorunun cevabı , zaferin tanımına bağlıdır . Zafer , bir ülkeyi işgal edip , halkını tamamen öldürmek midir ? veya ülkenizi işgal etmek isteyen ordunun bütün askerlerini öldürmek midir ? Bana göre zafer , hedefe varmaktır , hedef nasıl belirlenmişse ona ulaşmaktır. Bir ülkeden taleplerinizi , sözle yerine getirebilirseniz bu zaferdir . Bir ülkedeki , muhalif veya etnik grubu tehdit unsuru olarak kullanarak ,isteklerinizi alabiliyorsanız bu da zaferdir. İngilizlerin taşeronları ölmüştür, kaçmıştır, kendisi sadece Çanakkalede görülmüş , sonra çekilmiştir ama zaferi kazanmıştır , maalesef . Çünkü , Osmanlıyı parçalamak ve petrol bölgelerini koparıp bölgeye hakim olmak hedefine ulaşmıştır.Hatta daha acısı ,günümüze kadar , ülkenin siyasetine ve yönetimine egemen olmuştur. Sayın Ö.L.Metenin yazdığı ve kadim dostum S.S.Özdolap 'ın gönderdiği mailde konu olan , inönü ve chp zihniyetinin manda arzusu , resmen olmasa da fiilen devam etmektedir. Amerikanın da vietnamda bataklığa saplanıp , yenildiği konuşulur , kamuoyunda . Eğer ABD vietnamda gerçekten yenilmiş olsaydı , dünya üzerinde itibar kaybetmesi gerekirdi. Hatta laos ,kamboçya , vietnam ,sovyetler tarafından desteklendiği için komünizmin itibar ve güç kazanması gerekirdi .Oysa , vietnam sonrası ABD 'nin dünya hakimiyeti grafiği daha hızlı yükselmeye başlamıştır. Şu neticeyi çıkarabiliriz , ABD vetnam'da herkesi öldürüp zafer kazanamamıştır ama , hedefine ulaşmıştır. O halde yenilmekle , yenilmiş görülmek veya kazanmakla , kazandırılmak farklı şeylerdir. Yenilmiş görünmek profesyonelliğin bir maharetidir , hüneridir . Üzerinize dikilen zafer elbisesini giyip , zaferleri kutlamak ise saflıktır. Eskiler der ya, zarfa değil , mazrufa bak diye . Hayallerini süngülediğimiz hasımlarımızın hepsi hayatta . Neden gerçekleriyle hesaplaşmak varken veya hesaplaşmanın hesabını yapmak varken çizgi filmlerle uğraşırız ? Bizimle aynı kaderi paylaşan Almanya çok farklı , o herşeyin hesabını yapıyor . 2. dünya savaşında tekrar yerle bir olan Almanya ,hiçbir şeyi unutmuş değil . Ordu ve enerji açmazını çözdüğü zaman , hesap sorabilecek konuma gelecektir. Eğer dünyada bir enerji devrimi olup , fosil tabanlı kaynaklara bağımlılık biterse , bunun siyasi boyutları çok farklı olacaktır. m.sedat saygılı __._,_.___

26 Ağustos 2012 Pazar

Gürkan Hacır ' dan doğru bir tesbit

Haritalar çizilirken Türkiye'de bombalar patlar 14 MAYIS 1948: İsrail devlet olduğunu ilan etti: Yahudi Arap savaşı başladı... 1 Mart 1949: Türk girişimci Nuri Paşa Mısır'dan yüklü miktarda silah siparişi aldı. 2 Mart 1949: Nuri Paşa'nın Sütlüce'deki silah fabrikası havaya uçtu. 26 işçisiyle can verdi. 28 Mart 1949: Türkiye İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülke oldu. Peki ya Antep.... Bu patlama kimin işne yaradı? Dünyada illegal bütün örgütler, ülkelerin ve istihbarat servislerinin çalışma alanlarıdır. Ama PKK gibi hem silah hem taraftar hem yayıldığı coğrafya hem de yönettiği parasal güç olarak dünyanın en büyük örgütü söz konusu olursa istihbarat servisleri cirit atar. Ortadoğu bu yönden bulunmaz bir coğrafya, PKK da çok kullanışlı bir örgüttür. Bunu aklımızın bir köşesine yazalım. Ama ben sizi yakın tarihimizde bir başka harita değişikliğine götüreyim. Bakın o zaman da Türkiye'de nasıl büyük bir bomba patladı? 14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti bir oldu bittiyle ilan edildi. 2.Dünya savaşı ve toplama kamplarının yarattığı mağduriyet rüzgarıyla kamuoyu desteğini arkalarına almışlardı. Önce İngiliz Birlikleri, Filistin bölgesinden çekildiklerini duyurdular. BM kararından sonra İsrail'i ilk tanıyan ülkeler ABD ve Sovyetler Birliği oldu. Birleşmiş Milletler'in İsrail'in kuruluşunu kabul ettiğini ilan etmesinden sadece 3 saat sonra Mısır ve Ürdün, Arap yerleşim bölgesinde böyle bir Yahudi devletinin 'kondurulmasına' izin vermeyeceklerini duyurarak İsrail'e savaş ilan ettiler. Böylelikle yüzyılın ilk büyük Arap-Yahudi savaşı başlamış oldu. İşte tam bu sıralarda gözler Türkiye'ye çevrildi. Türkiye'nin takınacağı tavır önemliydi. Ama ilginç bir fısıltı haberi, İsrail'in ve ona destek veren Sovyetler Birliği dahil güçlü ülkelerin canını sıkmaya yetmişti. Türkiye'den bir girişimci Mısır ve diğer Arap ülkelerine yüklü miktarda silah anlaşması yapıyordu. Kimdi peki bu gözü kara müteşebbis kimdi? Enver Paşa'nın kardeşi Nuri (Kıllıgil) Paşa. 1.Dünya savaşı sırasında 'Azerbaycan fatihi' olarak ünlenen Nuri Paşa önce Zeytinburnu'nda metal ev eşyası imal eden bir fabrika açmış sonra da bunu silah fabrikasına dönüştürmüştü. Bir yıl sonra fabrikayı Sütlüce'ye taşımıştı. Nuri Paşa Araplardan ön talep almıştı. Ama BM, Suriye ve Mısır'a silah satışını yasaklamıştı. (BM'nin, İsrail ve güçlü devletlerin genel çıkarlarına dokunan tek kararı var mıdır acaba? Ben baktım ama göremedim) SÜTLÜCE'DEKİ PATLAMADA 27 İŞÇİ YANDI Ancak paşa kararlıydı. Araplara silah satacaktı. Hem İslam alemiyle olan yakınlığı, duygusal bağı da bu kararında etkili oldu. Parça parça silah top ve mühimmat sevkıyatları başladı. Ama asıl büyük parti mal satış için Nuri Paşa Mısır'a gitti. Teknisyenleriyle beraber 1 Mart günü Türkiye'ye döndü. Aldıkları sipariş epey yüklüydü. Tam ertesi gün, yani 2 Mart 1949 günü... Akşam saatlerinde Sütlüce'de korkunç bir patlama duyuldu. O günün tanıklarının anlattıklarına göre bu İstanbul'un her yerinden duyulan bir patlamaydı. Yarım saat sonra bir büyük patlama daha oldu. Bu arada fabrikada büyük bir yangın da çıkmıştı. Ve asıl önemlisi yangın baruthaneye sıçramıştı. Patlamalar ardı ardına geldi. Yangın ertesi gün söndürüldüğünde fabrikada çalışan 27 kişinin yanarak hayatını kaybettiği anlaşıldı. Ölenler arasında fabrikanın sahibi Nuri Paşa da vardı. Kimsenin cesedine ulaşılamadı. Hepsinin bedeni kavrulmuştu. Nuri Paşa sembolik olarak boş bir tabutla defnedildi. Peki patlama sabotaj mıydı? Başbakan Şemsettin Günaltay'ın talimatıyla araştırma komisyonu kuruldu. Komisyonun başına İçişleri Bakanı Emin Erişirgil getirildi. Ancak soruşturma bir türlü ilerlemiyordu. Hem görgü tanıkları hem fabrikayı bilenler bunun bir sabotaj olduğunu düşünüyorlardı. Üstelik itfaiye raporu da bu yöndeydi. Ancak yine de faile bir türlü ulaşılamıyordu. Konu 18 Mart günü Meclis'e taşındı. Ama yine bir sonuç alınamadı. Herkesin bildiği sır olarak kaldı. Kirli dedikodular da yayılmadı değil. Güya patlama olduğu gün fabrikada çalışan Yahudi işçiler işe gitmemişti. Fabrikada gerçekten Yahudi işçi çalışıyor muydu, bilmiyoruz. Ama ölenler arasında Yahudi yoktu. Bu neyi ifade eder. Elbette hiçbir şeyi. Ama bakınız sonra neler oldu. VE TÜRKİYE İSRAİL'İ TANIYOR İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülke Türkiye oldu. Arap aleminin büyük tepkisine rağmen kendimizi tutamamış ve İsrail'i tanımıştık. (Türkiye ile İsrail arasında hep bir metres ilişkisi olduğunu ilan eden kişi İsrail Başbakanı Ben Gurion du. Gurion'a göre aslında evliydik ama bir türlü ilan edemiyorduk. Ama İsrail'e ilk büyük dostluk elini uzatmıştık. Hem de Araplarla düşman olmak pahasına.) İsrail yüzyılın ilk büyük Arap savaşını kazandı. Ve kavgasını verdiği harita kesinlik kazandı. Artık onlara da yer açılmıştı. Filistin bölgesindeki toprak alanını % 56'dan % 78'e nüfusunu ise 608 binden 760 bine çıkardı. Ayrıca 700 bine yakın Filistinli evini terk etmek zorunda kaldı. Mısır'da ise İsrail yenilgisi kargaşa başlattı. Darbeler dönemi başladı. Kral Faruk bir askeri darbeyle tahttan indirildi ve yerine General Necib getirildi. HER YOLA BAŞVURABİLECEĞİNİN İŞARETİ Hiç kuşkusuz Sütlüce silah fabrikasının havaya uçması İsrail'e savaş kazandırdı diyemeyiz. Ancak sonuçsuz kalan soruşturma herkesin aklına İsrail mi yaptı seçeneğini getirdi. Sonraki gelişmelere de bakınca İsrail'in Ortadoğu coğrafyasında bir devlet olarak yaşamak istemesi için her yola başvurabileceğinin işareti sayıldı. Sütlüce bombalaması İsrail'in gizli bir operasyonu olarak anıldı. Üstelik MOSSAD'ın İstanbul'un göbeğinde Mısır apartmanında kurulduğunu göz önüne alırsak; bu hiç de zor değil. İsrail'in kuruluşundaki bütün operasyonları Türkiye üzerinden yürüttüler. Burada izinleri dışında bir Arap desteği yaratılmasına izin veremezlerdi...! Olan da elbette ailecek yaşadıkları büyük trajedilerin gölgesinde (biraz da manevi değerlerin etkisiyle) ticari başarı arayan Nuri Paşa'ya oldu. Hem canından hem de canından çok sevdiği fabrikasından oldu. Ailenin talihsiz bireyleri kervanına o da katıldı. Son söz: Geçen hafta yazmıştım. PKK'ya 'son hafriyat' yaptırılıyor diye. Evet hafriyat devam ediyor. Ama bir yandan da hızla PKK ve Apo sonrasının planları yapılıyor. Kötü Kürt belli: Apo! Peki ya iyi Kürt kim? Ona gönül rahatlığıyla anahtarı teslim mi edeceğiz? Twitter.com/gurkanhacir ABD ANTEP VE FOÇA'YI AYLAR ÖNCESİNDEN BİLMİŞ! Bugünden bakacak olursak... Yaşanan insanlık dışı saldırıyı olağan şüpheli PKK'nın sırtına yüklemek işin kolayına kaçmak olur. Sebep ve sonuçlarını incelemeli ve gün geçtikçe artan bu dehşet ortamına bir dur diyebilmeliyiz. Bunun da yolu doğru analiz ve iz sürmekten geçiyor. Bu kadar önemli bir coğrafyada bu kadar önemli bir uluslar arası operasyon yürütülürken bu iş hiçbir zaman üç beş başıbozuk saldırgana bırakılmaz. Daima büyük devletlerin dediği olur. Onlar da sözlerini gizli servisleri aracılığıyla söyler. Ve tarihe baktığımızda da görüyoruz ki haritada birilerine yer açılacaksa mutlaka Türkiye'de bombalar patlıyor. (Bu satırları yazdığım sıra düşen bir haber tam da yazdıklarımı doğrular nitelikteydi. ABD'de 3 düşünce kuruluşu bir similasyon projesi yapmışlar ve aylar öncesinden Antep'te ve Foça'da yaşananları tahmin etmişlerdi. Ne tesadüf değil mi?) Sormamız gereken soru şudur. Bu vahşet kimin işine yaradı? Neden böyle bir vahşete kalkıştı? Geçen hafta yazım şu cümleyle başlıyordu: 'Haritada Kürtlere yer açılıyor' Yaşadığımız kabus dolu hafta harita düzenlemesinin nasıl kanlı olacağını hepimize gösterdi. Gaziantep'te patlayan bomba her türlü siyasi coğrafi hesabın ötesinde bir vahşetti. Çoluk çocuk genç yaşlı tanımadan yaratılan terör dalgası herkesin nefretini kazandı... Peki ama 'olağan şüpheli' PKK neden böyle bir eyleme kalkışmıştı? Tam da Aygün'ü serbest bırakırken gösterdikleri zarafet (!), BDP konvoyunda gazetecilere yapılan ajitasyonla beyaz propagandayla sonuç almaya çalışırken, neden bu kör vahşet? PKK'nın saldırıyı üstlenmemesi de ayrı bir tuhaflık... Örgüt bugüne kadar yaptığı eylemleri üstlendi. (Üstlenmedikleri içinde de örgütle bağlantılı eylemler sonradan ortaya çıktı. Taksim Çevik kuvvet, Güngören saldırısı gibi...) Ancak yine de böyle bir dönemde neden tüm insanlığın nefretini üstüne toplayacak bir eyleme kalkışsın. Gözü dönmüş bir intikam hissi mi bu eylemi yaptırdı deyip geçeceğiz. Sahi Gaziantep vahşeti, PKK'nın ne işine yaradı?

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Kaçırma & karşılaşma

Kaçırma hadisesini duyduğum anda , bunun bir anlaşmalı flört olduğunu söyleyerek , öncelikli haklı olmuştum . Sadece reklam amaçlı olup , örgütün kaçırdığı insanları öldürmediğini , propagandalarına alet etmek için kullandığını ortaya koymak ve bu vesile ile de propaganda yapmak amacını taşıyordu. Karşılaşma ise tesadüf değil , senaryonun sahneye konmasıydı. Siviller halkı , eşkiya ise örgütü simgeliyor ve bir bütün oldukları mesajını veriyorlardı. Evet zaten bütünlüklerini kimse inkar etmiyordu. Gösterilen tepkilere hayret ediyor ve hiçbirinin samimiyetine inanmıyorum. Neden ? bu sahne olmasaydı , bu birliktelikten haberiniz yok muydu ? varsa neden şaşırdınız ? yoksa , aptallığınızı neden ortaya koyuyorsunuz. Buraya kadar herkesin bildiği şeyler , farklı olarak söylemek istediğim şeyler var. Merve Kavakçı meclise geldiğinde , meclis ayağa kalkmış ve ecevit , " bu kadına haddini bildirin " komutu vererek , milletvekillerini suça teşvik ederek zorla salondan çıkarılmasını istemişti. Merve Kavakçı asker öldürmemişti , sivil de öldürmemişti , katil değildi.Sabıkalı da değildi . Sadece kafasına bir bez parçası bağlamıştı. Mervenin hiç bir suçu yoktu , tek suçu başındaki örtü idi . Katiileri kucaklayanların , sarılanların hepsi mecliste . Bunu kınayanlar , kahredenler ,eleştirenler haydi buyurun . Çıkıp seslenin ve şunu söyleyin. "Bu katillere haddini bildirin veya bu katillere haddini bildirelim " Varsa yüreğiniz ve cesaretiniz. Başı bağlı bir kadına karşı hepiniz aslan kesiliyordunuz , buyurun varsa cesaretiniz. Bu meclise katiller de giremez katillere sarılanlar da giremez deyin. Ortaya bir irade koyun , kararlılık koyun , varsa vicdanınız , varsa şehitlere saygınız. m.sedat saygılı

2 Ağustos 2012 Perşembe

Asılacaksan , ingiliz ipiyle asıl.

Son yazımda , ordunun cumhuriyet ilkelerini ve Atatürk devrimlerini korumak ve kollamakla görevli olduğunu , bunun genetik bir yapı olduğunu , cumhuriyetin düşman saydığı komünizm , kürtçülük , türkçülük ve irtica 'ya taviz veremeyeceğini yazmıştım. Kürt devletinin kuruluş arefesinde bilinen darbe ve balyoz operasyonları ile askerden vazgeçildi ve cumhuriyet tasfiye edildi. Cumhuriyet nereden geldi ve askerin komünizm , kürtçülük , türkçülük ve irtica 'ya düşmanlığı nereden kaynaklanıyordu. Birinci dünya savaşı , gerçekte bir savaş değil bir operasyondur. İngilizlerin , Osmanlıyı yok etmek üzere hazırlayıp , sahneye koyduğu her anı hesaplanmış profesyonel bir operasyondur. Belki de dünya tarihinin en büyük ve kapsamlı operasyonudur. 3 kıtada yürütülen operasyon sonunda kuzey afrika , orta doğu ve rumeli koparılıp, cetvelle sınırlar çizilerek devletler oluşturulmuş , aynı halktan yaratılan bu devletler sosyal ve etnik farklılıklar yaratılarak biribirine düşman edilmiş, neticede Osmanlının kolu bacağı kesilerek 22 milyon kilometrekarelik imparatorluk , 780 bin kikometrekarelik ulus devlete dönüştürülmüştür. Yönetimi cumhuriyet , dili türkçe olarak seçilmiştir. Kanaatimce ingiltere ve osmanlı arasında bir pazarlık yapılmıştır ve ingiltere şu teklifi yapmıştır. Ey osmanlı , birçok bölgede tebaanı sana karşı kışkırttım , kışkırtamadığım yerleri italyan , fransız müttefiklerime işgal ettirdim , gördüğün gibi cetvelle çizdiğim sınırlarla orta doğu ve kuzey afrikayı senden kopardım ve hepsini de kendime bağlı diktatörlere bıraktım . Elinde sadece anadolu kaldı ve işgal altında , İstanbul 'u da ben işgal ettim ve tarihten silinmek üzeresin. Burayı güvenilir ellere teslim etmem gerekir, ben sürekli burada kalamam. Size onurunuzu vereyim , yenilmiş bir imparatorluk olarak değil , ülkesinden düşmanlarını kovmuş bir millet olarak kalın. Benim de kabul edeceğim bir kişiyi Anadoluya gönderin. Orada insanları örgütlesin ve savaşa hazırlasın. Güneydeki fransızlar yenilmeye hazır , Anadolu içlerine kadar soktuğum yunanlılar da , ikmali kesersem , dayanamaz yıkılır . Ben de boğazlardan geçerken biraz zayiata uğrar çekilirim. Anadoluya giden kişi yeni bir devlet kurar ama o devlet tamamen bana bağlı kalır , yönetim şeklini ve yönetecek kişileri ben seçerim , yani ülke benim kontrolümde kalır. Osmanlının evet demekten başka alternatifi yoktu. Bu pazarlıktan sonra , İngilizler , yeni cumhuriyet ile , osmanlıdan kopan diğer krallıklar arasına suni düşmanlıklar geliştirir. Ülkenin tekrar imparatorluğu ve hilafeti hayal etmemesi için , türkçülük ve islami ideolojiler yasaklanır. Devletle hilafeti tamamen izole etmek için devlet laik yapılır. Diğer ülkeciklerle ilişkisini koparmak için dili türkçe , alfabesi latin yapılır. Rusya ile yakınlaşmasını engellemek için komünizm de milli düşman ilan edilir. Yeni rejimin koruma ve kollama görevi sivil kanatta CHP ve inönüye , silahlı kanatta Türk ordusuna bırakılır. İnönünün ingiliz yanlısı , daha açıkçası ingiliz uşağı olduğu zaten bilinmektedir. 12 Mart döneminde , ülkeden kaçan oğlu erdal da ingiltereye sığınmıştı. Diktatör inönü ,halkı , kültüründen koparmak için türk musikisini dahi yasaklamıştır. Camileri ahır yapan da aynı diktatördür. Ülke böyle bir raylı sisteme oturtulmuş, raydan çıkma eğilimi görüldüğünde müdahaleler olmuştur. İlk müdahale 60' da ve acımasızca olmuştur . Tekrar raydan çıkış eğilimi 71 'de görülmüş ancak 60'daki net kazanç elde edilememiştir. 80 darbesi ise raydan çıkarmak maksadı ile yapılıp başarılmış bir darbedir. İngiltere ülkede hep solu desteklemiştir. Sol da buna karşı hep ABD emperyalizmine karşı çıkmış ama ingiliz sömürgeciliğinden hiç bahsetmemiştir. ABD 'ye yakın olan Menderesin ortaya çıkması ve güçlenmesini hazmedemeyen ingilizler , 60 darbesini yaptırıp , yeni sol bir anayasa hazırlatıp , solu daha da güçlendirmiştir. 12 mart darbe teşebbüsünün başarılı olması halinde kurulacak kabinenin tamamı solcu idi. Hasan cemal , uluç gürkan ,muhsin batur ve tüm madanoğlu cuntası kabineyi teşkil edecekti. Kabine listesindeki solcuların çoğu , bugün hala solun üst kadrolarındadır.

9 Haziran 2012 Cumartesi

Yiğit BULUT --Türk Subayına ‘ekonomik bir analiz’!

Yazıya başlamadan ve özellikle “ekonomik analizi” detaylandırmadan bir noktanın altını çizmek istiyorum; Türk Subayı Türk milletinin “özü, nüvesi” kendisidir ve bu gerçeğin gereği olarak geçmişten bugüne şu sorunun cevabını her zaman aramak zorundadır; 1875’ten bugüne kadar neye-nasıl hangi amaçlarla alet edildik? Sevgili dostlar, aşağıdaki ekonomik gerçekleri bazı yazılarım içinde yazmama hatta aynı cümleleri kullanmama rağmen bu sayfada birkez daha STAR Gazetesi çatısının etkisinden yararlanarak kaleme almak ve bilinmesi gerekenleri bir daha duyurmayı denemek, kaçamayacağımız bazı gerçeklerin altını çizmek istiyorum... Amacım “ben biliyorum, doğrusu budur” demek değil tam tersi Türk Subaylarına “bir de buradan bakın” demeyi denemek... Peki 1875’ten bugüne “her kalkışında” Türk Subayı neye alet edildi ve Silahlı Kuvvetlerimiz tezgahlanan sahneye tahrikler ile nasıl dahil ederek, hangi oyunlar nasıl oynandı? Ben anlatayım, sizler de lütfen tarafsız ve önyargısız sonuna kadar okuyun... Ekim 1875: Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, Osmanlı’nın kurtuluş yolunda en önemli adımı olan ‘faizde tenzilat’ kararını açıkladı. Yabancıların tuzağına düşmüş Osmanlı Devleti faiz borçlarının beş yıl süreyle ancak yarısını ödeyeceğini ve ödeyemediği kısım için yüzde 5 faizli tahviller vereceğini açıkladı. O yıl bütçe toplamı 25 milyon, iç ve dış faiz ödemesi 30 milyon liraydı... Mart 1876: Osmanlı Devleti, borç ödemelerinin tamamını durdurduğunu açıkladı. “Ödemekle bitmeyen faiz-borç sarmalında” alınmış en doğru karardı... Yok edilme süreci Osmanlı sanayi yapısını tamamen çökerten 1838 Baltalimanı Anlaşması ile başlamıştı. 1838 yılında Reşid Paşa, ilk olarak Lord Stratford ve Avrupa’nın diğer devletleriyle serbest ticaret anlaşmasını imzalamış, Osmanlı, devletçi ekonomiyi rafa kaldırarak gümrük vergilerini İngiltere ile saptamayı kabul etmişti. Bu adım ile Osmanlı, ucuz mallar cenneti haline gelirken, üretmediğini tüketen bir toplum haline de gelmiş ve en verimli alanlar yabancı sermayenin eline geçmişti. 1814 yılında bir sterlin 23 kuruş iken, 1839’da 104 kuruş oldu. Avrupa devletleri, Osmanlı’ya “Hemen dış borçlanmaya gitmelisiniz” diyerek baskı yapmaya başladı. Bu arada dünya “petrol servetlerinin” hazırlığını yapmış ve Osmanlı süratle borçlandırılırken, petrol yatakları yabancılar tarafından paylaşılmaya başlanmıştı... Mayıs 1876: Borç ödememe kararı ilk sonuçlarını vermeye başladı. “Başkaldıran boyunduruk altındaki Osmanlı”ya ilk isyan kışkırtmalar sonucu Balkanlar’da başladı. Bulgarlar ve Sırplar isyan etti. Aynı günlerde İstanbul’da medrese öğrencileri ayaklandı ve borç ödememe kararını alan Sadrazam Nedim Paşa azledildi. Ayaklanma Harbiye öğrencileri arasında da yayıldı, Dolmabahçe Sarayı sarılarak Sultan Abdülaziz tahttan indirildi... Sonuç: 1878-1881 Osmanlı Hazinesi Düyun-u Umumiye’ye teslim oldu... 1950-1970: Emperyal güçler Türk ekonomisini hatta Kore Savaşı-NATO üyeliği çizgisinde Türkiye’yi “esir etme” planını harekete geçirdi. 1960 öncesi Rusya kartı ile bu oyuna karşı “hamle yapan” siyasi otorite, Sadrazam Nedim Paşa’nın kaderinden kurtulamadı! “İrtica” diye ayağa fırladık, emperyal güçlerin “kucağına düştük”! 1978-1980: Türkiye’de halen de süren hâkim politikaların temeli, 1978’in Temmuz ayında, Dünya Bankası’nca hazırlanan raporla atıldı. Raporun imzalayıcıları Kemal Derviş ve Sherman Robinson idi. Hükümetler bu rapora uymayı kabullenmezken, 1980 darbesiyle uygulamaya konulan bu raporla, Türkiye’nin 1978’e kadar başarıyla süren kalkınmacı, bireysel ve küçük ölçekli sermaye birikimlerine dayalı yapısı, büyük ölçekli çokuluslu sermaye ilişkilerinin kontrolünde serbestleşmeyi savunan bir dinamiğe dönüştü. Ekonomide bu yanlış programın izlenmesiyle verilen yüksek faiz, sıcak para girişi gibi ödünler Türkiye’nin varlıklarının yurt dışına kaçmasına sebep oldu. 1977 yılında düşünülen kalkınma hamlesi böylece engellenmiş ve “Cumhuriyet ile yırtılan borç gömleği” yeniden Türkiye’ye giydirilmiş oldu... 1980-2007: 1980’de yok denecek kadar az olan borç stokumuz, her yıl bütçenin yüzde 40-50’sini vermemize rağmen 300 milyar doların üzerine çıktı. Türkiye, 70 milyonu ile çalışıp 3-5 bin gerçek-tüzel (iç-dış) kişiye gelirinin yüzde 50’sini aktarır hale geldi. 2001 yılında borsa ve kurdaki hareket sonrası, Türkiye IMF tarafından atanan “1978 raporu yazarına” teslim edildi ve dünya üzerinde görülmemiş bir dolar faizini tefecilere aktarmaya başlarken, IMF’ye en borçlu üç ülkeden biri oldu... 2007 sonrası: 2003-2005 arasında oynanan oyunlar, planlanan ama hayata geçmeyen darbeler ortaya döküldü ve ordumuzu kışkırtan iç-dış yerleşik odakların “siyasal-finansal dinamikleri” nasıl bu halk ve devlete karşı kullanmak istedikleri deşifre edildi... Sonuç: Türk Ordusunun her ferdi yukarıdaki “detayları” çok dikkatli okusun ve şu soruya lütfen her saniye cevap arasın; 1875’ten bugüne nelere alet edildik, dışarıdakiler ve özellikle içimize yerleşmiş-yerleştirilmişler bizi ülkemize karşı nasıl kullandılar! Son söz: Bu ordu bu halkın! Bunun gereğini özümsemeli, bu gerçeği içselleştirmeli ve içeriden-dışarıdan kurumsal imkanlarını kullanmak isteyenlere karşı dikkatli olmalı... Buraya kadar yazan Yiğit Bulut'u tebrik ederim. Yazdıklarının hepsi doğru ancak resmin tamamı değil , bir bölümü . Sadece resmin bir parçası ama mantık ve kurulan ilişki çok doğru. Rengini koyulaştırdığım Mart 1876 dönemine dikkat edilirse , aynen Türkiyenin 1980 öncesi ve sonrası. Demirel döneminde kendine yeten bir Türkiye var , ikameci bir politika , dengeli sayılabilecek bir ekonomi. Türkiyenin en büyük dış ticareti Rusya ile ama , herşey ithal değil. Ülkenin ithal malları cenneti olması için , borçlanarak çalışmadan, hak etmediği bir lüksü yaşaması için bu sistemin değişmesi gerekirdi. Bir darbe gerekirdi ve darbeden önce de darbe ortamının hazırlanması gerekirdi. Önce işçiler , öğrenciler , devrimciler , milliyetçiler , ülkücüler kutsal görevlerini yaptı ve darbe ortamını hazırladı . Sahneye generallerimiz ve subaylarımız gelerek görevi devraldı. Sonra onlar görevi rahmetle ! andığımız ! özal'a devretti ve o bilgin ! ekonomist ! mucize ! adam ger eğini yaptı. 1876 sonrasını tekrar yaşattı. Tuvalet kağıdımız bile ithal oldu. İnsanlar aleni hırsız oldu, herkes çalışmadan köşe dönme hesaplarına başladı , ahlak iğfal edildi , borçlar dağlar kadar yükseldi. Bence bu analizleri sadece subaylar değil , her kesim yapmalıdır. Tabii ki anlayabilirse.

27 Mayıs 2012 Pazar

Zaferi kazandık , kupayı aldık. Şimdi Konya'ya

Kulüpler şampiyonasında il birincisi olduk . Oyuncusu , kaptanı ve antrenörü olduğum DSİ satranç takımı , Kahramanmaraş il birincisi oldu. Şimdi sıra Konyada , kulüpler finalinde.

19 Nisan 2012 Perşembe

yıkılsın ordu

Askere karşı yeni bir operasyon , 28 şubat hesaplaşması başlığı altında başladı . Biz 28 şubat ‘ın figüranlar karşılaşması olduğunu , tertip edenlerin ve fayda sağlayanların ortada gezenlerin olmadığını , onların ortada görünmediğini her yıldönümünde tekrarlarız.
12 eylül , 28 şubat gibi klasik veya modern darbelerde kahraman olarak kullanılan asker , bugün kötü adam rolünde sürekli dayak yemektedir.
Asker cumhuriyet ilkelerini koruma ve kollamayı ,Atatürkçü geleneğin devamı olarak, üzerine vazife almıştı. Cumhuriyetin kuruluşundan beri ilan edilen dört düşman vardı.
1- Komünizm
2- Kürtçülük
3- Türkçülük
4- İrtica

Bu dört düşman ,askerin de cumhuriyetin de ortak düşmanı idi. Asker bunlara karşı duyarsız kalamazdı . Ancak bugün ülkemizde açılım başlığı altında devam eden,kimlik tanınması olarak yutturulan ,kürtlerle bütünleşmek politikası askerle birlikte başarılı olamazdı. Bu askerin önünde cumhuriyetin katli olurdu ve asker seyirci kalamazdı. Ya politikadan , ya askerden vazgeçilecekti.Bu yol ayrımında ali menfaatler uğruna asker feda edildi. Yani kolu kurtarmak için parmak feda edildi. Önümüzdeki dönemde Kürtlerle birlikte yaşamamız , hatta kürtleşmemiz , bütünleşmemiz bölge politikası olarak öngörüldüğünden , askerden vazgeçildi , hatta askersiz bir ortam yaratıldı. Bu politikaya karşı direnebilecek Türkçülük , Türk ocağı veya ülkücülük de benzer operasyonlarla daha kısa zamanda yok edilmişti.
Artık tarihçiler , akp iktidarı ile cumhuriyet döneminin fiilen bittiğini yazmalıdır. Bayram kutlamalarının iptali gibi ,itibar iadesi gibi benzer hareketlerle başlayan bu görüntü , askerin çökertilmesi ile mutlak başarıya dönüşmüş ve cumhuriyet dönemi bitmiştir. Önümüzdeki dönemde türkiye kürdiye’ye dönüşecek , muhtemelen türk çocukları kürdiye içerisinde azınlık muamelesi görecek , asker sadece bir üniforma olarak kalacak , böylece kürtler avrupanın kontrolundan uzaklaşacaktır. Yakın gelecekte kürt partisinin iktidar ortağı olması ve kabinenin yarısının kürt olması kimseyi şaşırtmamalıdır. Zaten bir çok bakanın türk partisinden olsada kürt olduğuna ve kürtçülük yaptığına şahit olduk.
Sol sokaklara dökülmüş , 12 mart yapılmış , sol ve sağ figüranlar çatışarak 12 eylül ortamını hazırlamışlar , yine figüranlar darbe yapmış , irticai sarıklı figüranlar ortaya çıkmış , figüran asker görevini yapmış derken , bugün de askerin ipini çekenler figürandır.
Netice olarak yok birbirimizden farkımız , hepimiz figüranız . Tek farkımız kimimiz halk için , kimimiz cumhuriyet için, kimimiz millet için , kimimiz Allah için yaptığımızı sanıyoruz.

m.sedat saygili

8 Nisan 2012 Pazar

5 nisan Kahramanmaraş uluslararası satranç turnuvası







5 nisan Kahramanmaraş uluslararası satranç turnuvası sonuçları.

İlk 15 kişi dereceye girdi.


Sira SNo. isim Rtg FED kulup Puanlar BH. BH. SB
1 2 IM ZARKUA DAVIT 2439 GEO GEORGIA 7 50½ 44½ 42,00
2 7 IM QASHASHVILI ALEXANDRE 2281 GEO GEORGIA 7 46½ 42½ 37,25
3 4 IM DARBAN MORTEZA 2368 IRI IRAN 6½ 47½ 43 33,50
4 6 IM SHALAMBERIDZE AKAKI 2335 GEO GEORGIA 6½ 47½ 42½ 34,75
5 5 IM MORCHIASHVILI BACHANA 2353 GEO GEORGIA 6½ 46 41½ 34,25
6 1 IM ANNABERDIEV MEILIS 2443 TKM TURKMENISTAN 6 49½ 44 34,75
7 3 IM SULASHVILI MALKHAZ 2426 GEO GEORGIA 6 46½ 42 31,75
8 11 ARSLAN ERDAL 2034 TUR ADANA 6 45½ 40½ 32,25
9 13 ERERDEM GANİ EREN 1978 TUR ADANA 6 44½ 40 29,00
10 8 DOĞAN ALİ EKBER 2166 TUR MERSİN 6 43½ 38½ 31,75
11 17 KÜRÜZ YUSUF 1888 TUR BATMAN 6 42½ 38½ 26,75
12 18 GÖZÜBÜYÜKOĞLU SELAMİ 1875 TUR ERZURUM 6 40 36 26,00
13 14 SÖYEK RAMAZAN 1953 TUR BURSA 5½ 44½ 40½ 26,75
14 9 YALIM SÜLEYMAN 2119 TUR KAHRAMANMARAŞ 5½ 44 39½ 25,50
15 35 SAYGILI MUHAMMET SEDAT 1908 TUR KAHRAMANMARAŞ 5½ 42 38 24,50

16 12 AKTAŞ İLKER 2001 TUR KAHRAMANMARAŞ 5½ 41½ 37½ 26,75
17 10 ALPER METİN 2034 TUR ADANA 5½ 38½ 34 24,50
18 15 DENİZ MEDENİ 1940 TUR KAHRAMANMARAŞ 5 42 38 22,00
19 26 ABDİMANOĞLU BESTE BAŞAK 1754 TUR MERSİN 5 41 37 22,25
20 25 TEMİZKAN DENİZCAN 1773 TUR HATAY 5 40½ 37½ 20,25
21 37 CÜCÜK HALİL İBRAHİM 1736 TUR GAZİANTEP 5 39½ 36½ 20,00
22 23 ÖZTÜRK YAVUZ 1807 TUR KAHRAMANMARAŞ 5 39½ 36 23,75
23 41 SAĞLAM SAMİ 1632 TUR GAZİANTEP 5 39½ 35½ 20,00
24 40 AYDINÇELEBİ KAĞAN 1682 TUR KAHRAMANMARAŞ 5 39 36 19,50
25 21 ÇAM VEDAT 1829 TUR BİTLİS 5 39 35½ 21,50
26 31 TEMEL BURCU MELİS 1573 TUR MERSİN 5 34 31 18,50
27 38 KİP HURŞİT 1729 TUR MERSİN 5 34 31 17,00
28 28 SEVİNER KEMAL 1704 TUR KAHRAMANMARAŞ 5 33 30 16,25
29 24 ARABOĞA MESUT 1782 TUR BİTLİS 4½ 42 38 20,25
30 33 KEREM HALİL ÖZGÜN 1490 TUR ORDU 4½ 37½ 34½ 16,00
31 34 OKUYAZ DURU 1452 TUR MERSİN 4½ 37½ 34 16,25
32 44 ÇİLEKAYA TAHİR 1550 TUR KAHRAMANMARAŞ 4 40 36 14,50
33 32 ÖZENİR EKİN BARIŞ 1562 TUR MERSİN 4 38½ 35½ 13,00
34 16 AYSOY VEYSİ 1917 TUR BİTLİS 4 38½ 35 14,50
35 30 DAL İBRAHİM 1598 TUR ADANA 4 38 35½ 12,00
36 22 ASLANHAN HALİS 1818 TUR BİTLİS 4 38 34 15,50
37 29 ACAR UTKU CENGIZ 1623 TUR MERSİN 4 37 34 13,00
38 42 MERTOĞLU HÜSEYİN 1610 TUR KAHRAMANMARAŞ 4 35½ 32½ 14,00
39 48 DAĞHAN DEVRAN 1497 TUR MERSİN 4 35 32 11,75
40 52 GÜLBEYAZ EMİR 1429 TUR MERSİN 4 32½ 30½ 11,25
41 47 TATLI SALİH 1502 TUR KAHRAMANMARAŞ 4 31½ 29½ 11,00
42 45 İŞİDOĞRU ALİ 1539 TUR ADANA 4 31 28½ 11,25
43 51 ÖZBENLİOĞLU ATASOY 1449 TUR KAHRAMANMARAŞ 4 25 23½ 9,50
44 27 ACAR CENGIZ CAN 1709 TUR MERSİN 3½ 38 34½ 14,00
45 55 SOLAKOĞLU SUAYİP 1228 TUR KAHRAMANMARAŞ 3½ 32½ 30 10,25
46 19 AYDIN ERDİ CAN 1869 TUR ZONGULDAK 3 39 35 13,00
47 43 KARAKAYA YUSUF 1597 TUR MERSİN 3 37 34 10,00
48 56 GÜNGÖR MUSTAFA 1147 TUR OSMANİYE 3 34½ 31½ 9,00
49 46 ÇOKPARLAMIŞ GÖKHAN 1516 TUR KAHRAMANMARAŞ 3 31½ 28½ 8,75
50 54 TUTU HÜSEYİN 1368 TUR ADANA 3 31 28 9,75
51 20 EKER YAŞAR 1863 TUR ADANA 2½ 37½ 34 9,50
52 39 YENİGÜL MEHMET 1686 TUR ANTALYA 2½ 31½ 28½ 8,00
53 53 YİĞİTER FATİH 1414 TUR KAHRAMANMARAŞ 2 32 28½ 8,50
54 58 ÇITAK TUANA UMAY 1050 TUR MERSİN 2 31½ 28½ 7,00
55 59 BALOĞLU ERGÜN 0 TUR KAHRAMANMARAŞ 2 27 25½ 3,00
56 50 DANACI EMIN 1471 TUR GAZİANTEP 1½ 31½ 28½ 4,75
57 36 SAĞLAM MİKDAD 1862 TUR MALATYA 1 30½ 28 3,50
58 60 BÜYÜKDERELİ GÖKHAN 0 TUR KAHRAMANMARAŞ 1 26½ 24½ 1,50
59 49 SAĞLAM BÜNYAMİN 1475 TUR KAHRAMANMARAŞ 1 24½ 22½ 1,50
60 57 KARA MEHMET 1100 TUR KAHRAMANMARAŞ 0 24 22½ 0,00

25 Mart 2012 Pazar

Dokunmayın Vekilime

Konu benim de gündemimdeydi. Ama bu yazıyı okuyunca , uğraşmaya gerek kalmadı.

Published 23 Mart 2012. | By Çetin Ünsalan.
Bazen insanlar yüzsüzlüğü ele alıp, şanslarını zorlarlar. Fıkrada olduğu gibi:

Genç çocuk son model Porsche’si ile yolda ilerlerken kırmızı ışıkta durur. Tam o sırada arkadan gelen bir kamyon büyük gürültü ile arabaya çarpar. İkisi de inerler ve bakarlar ki arabanın arkası haşat. Kamyonun şoförü gencin ayaklarına kapanır:

‘Ağabeycim sen beni affet. Ben 30 yıl çalışsam bunu ödeyemem’ der. Çocuk bakar ki adamın hakikaten hali vakti yoktur. Adamı affeder, arabasına binip, yola devam eder. İki, üç ışık sonra tekrar durur ve arkadan yine büyük bir gürültüyle arabasına çarparlar. Çocuk iner ve bir bakar ki yine aynı kamyon şoförü dışarı çıkmadan, sadece kafasını pencereden uzatır ve şöyle der: ‘Ağabey benim ben… Devam et.’

Türkiye’de milletvekilleri gündeme geldiğinde herkesin aklına gelen ilk cümle nedir? Dokunulmazlıklar kaldırılsın… Çünkü bu zırhın arkasına saklanarak, geçmiş dönemde haklarında açılmış davalardan çok sayıda kurtulan var. Vekillik sürecinde yaptıkları da bonus…

Bazıları genel kurul çalışmalarına katılmaz, komisyonlardan kaçar, sağlık raporu verip aynı saatlerde para karşılığı yorumculuk yapar. Millet söylenir, konu araştırılıp ‘gayet normal’ olduğu ifade edilir.

Milletin canı sıkılsa da ve söylenme düzeyi artsa da vekil durmaz. Kimisi hostes tokatlar, kimisi gittiği yerde ‘padişah’ muamelesi görmek ister. Kendisini karşılamayanlara bağırıp, çağırır. Polise tokat atar.

Biter mi? Bitmez… Gece yarısı operasyonlarıyla kendilerine kıyak emeklilikler çıkarırlar, emekli maaş zammı beklerken, ömür boyu kaymaklı emekli maaşlarının peşinden koşarlar. Yine tepkiler dinmez. Geri adım atar gibi yapıp, ilk fırsatta yine gerekeni yaparlar.

Meclis lokantasından üç kuruşa yemek yiyip, sonra da kameraların karşına geçerek ‘Bu millet niye geçinemiyor, anlayamıyorum’ gibisinden ipe sapa gelmez açıklamalar yaparlar. Herhangi bir konuda proje sorarsınız, ’Başbakan bizim adımıza hepsini düşünüyor’ gibisinden anlaşılmaz ifadeler kullanırlar.

Şimdi bazıları diyecek ki, meclisin kutsiyetine saygısızlık etmeyelim. Tamam, etmeyelim de siz de rahat durmuyorsunuz ki. Ayrıca o meclis sizin işyeriniz değil, milletin sizi vekil olarak gönderdiği kendisine ait bir çatı. Sabır gösterdikçe başımıza çıkıyorlar.

Son olarak İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in 5 Mart’ta Jandarma Genel Komutanlığı ve valiliklere bir genelge yolladığı ortaya çıktı. Genelgede milletvekillerine trafik cezası yazılmaması istendi.

Suç işlediği öne sürülen bir vekilin Meclis kararı olmadıkça tutuklanamayacağını, sorgulanamayacağını belirten bakanlık, tespit tutanaklarını ‘valiliklere yollayın’ mesajını verdi. Yani biz dokunulmazlık kalksın diye talepte bulunurken, onlar bunun ardına sığınıp, trafikteki cezalardan kurtulmanın peşine düştüler. Pes ki, ne pes…

18 Mart 2012 Pazar

Çelişki

Bir tarafta Çanakkaleyi anarken bir tarafta çelişki yaşıyoruz. Dokunulmaz eşkiyalar arkasında sürükledikleri sürü ile nevruz kutlamalarını bahane ederek ortalığı birbirine katarken , biz Çanakkalede tırnağımızla siperler kazdık diyerek hamaset destanları yazıyoruz. Dokunulmaz eşkiyalar polislere hakaret edip saldırırken biz Çanakkalede toprağa düşenlerin kemiklerini sızlatıyoruz.
Eğer kalkıpta birşeyler söyleyebilseler , herhalde iyi şeyler söylemezler , belki de bıraktıkları mirasın böyle talan edilmesine sitem edip , yaptıkları fedakarlıktan pişman olurlardı.
Ülke için toprağa düşmüş , topal kalmış ,sakat kalmış kim olsa, kalkıp da böyle bir ülkeyi , böyle bir yönetimi görse aynı sitemi yapardı.
Tüm şehitlerin vebali,90 yıldır ülkenin başında bulunan sorumsuz siyasilerin ve onları seçen sorumsuz milletin üzerinde olsun. Ve onları seçmek için sandığa gidenlerin üzerinde olsun.
Biz hala şiir okumaya , türkü söylemeye devam edelim.

11 Mart 2012 Pazar

9 mart darbesi

Hemen hergün bir darbenin yıldönümünü kutladığımız ülkemizde , bir darbenin daha 9/12 mart darbesinin yıldönümünü kutluyoruz. Eğer 9 mart darbe teşebbüsü başarılı olsaydı ülkedeki yöneticiler tümüyle değişecek , siyasi yön değişeceği için ülkemizin tarihi de değişecekti. Ancak teşebbüs başarılı olamadı ve iktidar olmayı hayal edenler mahkemelere sevk edildi ve 12 mart darbesi ile yeni bir yönetim işbaşına getirildi. İki karşıt taraf olduğuna göre çatışan iki taraf vardı. Şimdi önümüzde iki soru var;
Bu iki tarafın , 60 darbesi ile ilgisi var mıydı ?
Bu iki tarafın 12 eylül darbesi ile ilgisi olacakmıydı?
Bu iki sorudan sonra aklımızda daha yeni sorular oluşuyor . Mesela , 60 darbesinin tarafları kimlerdi ? ve 12 mart öncesi sokaklarda sadece sol varken 12 eylül öncesi neden çatışan sağ ve sol vardı ?
Tek partili inönü diktatörlüğüne , çok partili sistemle son veren ancak inönünün karşı, 60 darbesinde yenilen ve kaybeden ABD , işi çok sıkı tutmuş , madanoğlu cuntasını yakından takip etmiş bir kısmı 60 darbesinin aktörü olan darbecilere fırsat vermemiş ve 12 mart karşı darbesi ile duruma hakim olmuştur. Sokaklardaki sol eylemcilerin anlamını ifade edecek olursak , bağımsız türkiyeyi ! kurmak için darbeyi sol görünümlüler yapacaktı ,devrim gerçekleşecekti , ama solun arkasındaki güç rusya veya çin değil , ingiltere idi.60 darbesini 14 'leri bertaraf ederek kazanan ingiltere , ABD işbirlikçisi olarak gördüğü Menderesi asarak ülkedeki amerikaya kayışı engellemiş , ancak geçen zaman içerisinde , demirel'in iktidar olması ile ,durumun tekrar kötüleştiğini gören ingiltere solu sokaklara döküp darbe ortamı hazırlayarak tekrar darbeye teşebbüs etmiş , ancak ABD buna müsaade etmemiştir.
Yaklaşık 20 yıl demirelli hukümetlerle iktidarda kalan ABD , yeni bir ekonomik düzen kurup , ikameci politikaları savurganlıkla değiştirmek üzere yola özal'la devam etmenin yolunu açmak için sağ ve solu çatıştırarak hazırladığı darbe ortamını 12 eylül darbesi ile noktaladı ve yeni bir dönemi başlattı. Darbenin yıldönümünde bu konuya tekrar dönmek üzere , tüm figüranları esefle ve hüzünle anıyorum.
m.sedat saygılı

27 Şubat 2012 Pazartesi

28 ŞUBAT

Bir 28 şubat 'ın , bir darbenin yıldönümünü tekrar yaşıyoruz. Bu sebeple, figüranları tekrar hatırlıyor ve anıyorum. Müslüm Gündüz 'den , Fadime Şahin'den başlayıp birbirinden hiç farkı olmayan tüm figüranları esefle ve ibretle anıyorum.Kimi laikliğin , kimi şeriatın , kimi islamın , kimi demokrasının , kimi milletin , kimi devletin savunucusu olduğunu sandı ama , kimse hiç ortada görünmeyen , ne düşündüklerini bilmedikleri , ne olduklarını bilmedikleri başkalarının oyuncağı , figüranı olduklarını hiç düşünmediler. Ne tesadüf ki , şimdi oyunun tersini de görebilmek şansına sahip olduk. Dün şahin olanlar bugün kuzu , dün kuzu olanlar bugün şahin ama değişen sadece roller . Oyun aynı oyun. Kazansalarda , kaybetseler de , figüranlıktan öteye gidemeyecekler. Kazananlar zaferle övünecek , kaybedenler onurlu olmakla teselli olacak , ama gerçek kazananın kim olduğunu çok geç anlayacaklardır.
28 şubat ne ilk darbe idi , ne de son olacaktır. Darbeler bitmiş gibi görünse de , gerektiğinde darbe ortamları hazırlanarak , darbe tek çözüm haline getirilecektir.
Figüranlar oldukça da darbe ortamları hazırlamak , insanları çatıştırmak her zaman mümkün olacaktır. Darbeler bazan üniformalı , bazan sivil olacaktır ama her zaman figüranlarla yapılacaktır.

m.sedat saygılı


Trader olmak kolay değil

Trader (Al-Sat’çı) Olmak ve İlginç Sonuçlar
Published 26 Şubat 2012. | By Yaşar ERDİNÇ.Aşağıdaki yazıyı bana Gönderen Ali Rıza Türkekul’a çok teşekkür ediyorum. Yatırımcı psikolojisi eğitimlerimizde yok etmeye çalıştığımız kötü huylu düşünce tümörlerini bu yazı çok güzel açıklamış.

*****

Trade etmeye soyunan her 10 kişiden 8′nin hiç para kazanamadığı tahmin edilmektedir. Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre ABD’de trader ların %75′i iki yıl içinde her şeylerini kaybetmektedirler. Bu insanı hayrete düşüren bir başarısızlık oranı, ama daha da şaşırtıcı olanı ise, bu başarısızlık oranının neredeyse 150 yıldır değişmemesidir.

İflas eden trader oranında en önemli olgu, zamandan bağımsız olarak bu oranın sabit kalmasıdır.

Halbuki traderlar zaman içerisinde çok daha gelişkin koşullara sahip oldular. Artık traderlar kompleks TA(Teknik Analiz) programlarıyla, sofistike bilgisayar sistemleriyle, 1 sn. de ekrana gelen dünyadaki tüm piyasaların verileriyle işlem yapmaktadırlar. Tüm bu avantajlarına rağmen büyük oranda trader kaybetmekte ve iflas etmektedir. Dolayısıyla problem, teknolojideki gelişimi tradinglerine eklemlemelerinden çok daha derindedir. Neden traderların büyük çoğunluğunun kaybettiklerinin cevabı sanki pandora kutusunu açmaya benzer. Oysaki nedenler çoğunlukla çok basittir.

İnsanlar trade etmeye ilk başladıklarında iki yoldan birini izlerler.

İlk grup sadece neyi takip ettiğine odaklanır ya da bir çok kaynaktan tüyolar, ipuçları yakalamaya çalışır. Tahmin edileceği gibi bu gruptakiler uzun süre kalıcı olamazlar.

İkinci grup ise biraz daha sofistikedir. Onlar Holy Grail’i ( piyasalarda başarınızın sürekli ve kesin olmasını sağlayan indikatör) aramaya girişirler.

Oysa ki bu sihirli indikatör hiç varolmamıştır ve bu traderler bu beyhude arayış için kendilerini paralar dururlar. Kimi traderlar yeni TA paketleri alırlar ya da bulmaya çalışırlar, kimileri internette son çıkan indikatörü bulmak için saatler harcar veya bilgisayarın rengini değiştirerek başarı şansını arttıracaklarına inanırlar. Gerçekte olması gereken bu tarz bir ‘Holy Grail’ ve sistem oluşturma arayışının traderın zamanının en fazla %10 unu almasıdır. Oysaki pek çok trader tüm enerjilerini sistem oluşturmaya odaklanarak harcamakta, özellikle de entry (giriş) sinyallere odaklanmaktadır. Oysaki ‘alım sinyali’ trading sistemlerinin küçük bir parçası hatta çoğu zaman önemsiz bir parçasıdır. Bi çoğunuz alım sinyali için söylediklerimi kabullenmiyorsunuzdur, ancak aşağıda yazacaklarımı okuyarak karar verin. Eğer piyasalarda tamamen tesadüfi hareket ediyorsanız başarı şansınız %50 dir, yani ikiye bir beklentiniz vardır. Kaybettiğiniz her bir dolara karşı 2 dolar kazanmalısınız ki tradinge devam edebilesiniz. ‘The Turtles’ diye tanınan bir grup e-trader, sistemleri sadece %30 başarı ile oluşmasına rağmen dünyanın en başarılı traderlarından oluşmuşlardır. Eğer inanmıyorsanız basit bir hesapla dediklerimi sınayabilirsiniz, 10.000 dolarla başlayıp ilk işleminizde %10 kaybedip bir sonraki işlemde %20 kazandığınızı varsayarsak bu işlemi defalarca tekrarlarsanız hesabınızın ne kadar ne kadar büyük boyutlara ulaştığını göreceksiniz. Bu basit yaklaşımın gösterdiği gibi alım noktası, bizim başarımızı belirleyen bir unsur değildir.

Trader ne kazanacağına karar vermelidir, kaç kere haklı çıkacağına değil. Çünkü doğru çıkmanın ne kadar kazanacağınızla çok ta fazla ilgisi yoktur. Buna rağmen traderların çoğu giriş-alım noktasına saplantılıdır, sürekli oraya odaklanmışlardır, her biri ümitsiz bir haklı çıkma gayreti içindedir. Bu durum, traderın egosunun pençesine düştüğünün bir sinyali, yokoluşa sürüklendiğinin erken uyarılarıdır. Sistem oluşturma entry sinyalinin çok ötesindedir. Mekanik trading sisteminin özü, sistemin beklenti kavramının oluşturulmasıdır. Yani her bir işlemde ne kazanabileceğinize karşın her bir işlemde ne kaybedeceğiniz…Hangi sıklıkta işlem yaptığınız da sistemde yer tutar. Eğer çok büyük bir beklentiniz varsa, sistem örneğin senede 1 kez sinyal üretebilir. Son olarak satım kriteriniz nedir? Pozisyona girmek kolaydır diğer yandan çıkış-satım noktanız sizin kazanacağınız parayı belirler. Şu son derece açık olmalıdır, sistem dizaynı sihirli bir sistem arayışından çok daha ötesi, piyasalarda kalıcı olmak için kapsamlı bir yaklaşım oluşturma çabasıdır. Halbuki saydığım sistem oluşturma özellikleriniz’in trading zırhınızın sadece küçük bir kısmını oluşturur. Başarılı olmanızın ANA kriteri para yönetimi ve psikolojidir. Kendi adıma kesinlikle eminim ki, trading finansal bir unsurdan çok psikolojik bir çabadır. Traderların bir çok sebep için sistem oluşturmaya odaklanırlar. Tüm teknik analiz programları alım-satım sinyali oluşturmanın ötesinde fazla bir şey içermezler, çünkü durum ‘ideal’ indikatörü ararken manipüleyi çok olanaklı kılar. Bunun ne kadar anlamsız olduğunu görmek için fibonacci sayılarını ele alalım. Pek çok trader indikatörlerinde default olarak bu sayıları kullanır, halbuki 13 günlük HO nasıl 12 ya da 14 günlükten daha muhteşem sonuçlar üretebilir ki? Böyle yaparak traderler piyasaların gizemini kavrayarak, mutlaka keşfetmek zorunda hissettikleri piyasa sırlarına vakıf olabileceklerini sanırlar. Traderların alım sinyaline konsantre olmalarının ikinci nedeni ise daha önceden de belirttiğim gibi haklı çıkma kaygılarından kaynaklanır. Bilindiği gibi hepimiz egoya sahibiz ve aldığımız tüm kararlarda bu duygusal dürtüyle etkileniriz. Yanlış sonuçlanan pozisyonların, haklı çıkılanlardan

daha fazla olacağı gerçeği ile kalmak bizim için cidden zordur, oysaki olan hep te budur. Örnek olsun diye, giriş sinyallerinde en çok kullanılan yöntemlerden hareketli ortalamalarda doğru pozisyon alma oranı %50 nin altındadır. Bu yüzden de bizi her zaman haklı çıkaracak bir sitem arayışıyla bu dengesizliği aşmaya gayret ederiz. Ve böylece bu trading gerçeği nedeniyle traderler kendi egolarını besler, korur ve büyütürler.

Traderların giriş sinyali için pek çok beyhude saatler harcamasının üçüncü nedeni ise mükemmel girişlerin kontrol ve hakimiyet sağlayacağı yanılsamasıdır. Traderların her nasılsa giriş sinyalinin onlara piyasaları kontrol etme ve yenme hakimiyeti sağlayacağını düşünürler. Bu durum sayısal lotoda kimi özel numaraları, rastgele seçilmiş numaraları kullanmaya tercih etmelerine benzetebiliriz. Halbuki sayısal lotoda seçilmiş özel numaralar ya da rastgele numaralar da kullansanız kazanma şansınız eşittir. Yaklaşık aynı gerçek, hareketli ortalamalarınızda gün sayılarını seçerken ister fibonacci sayılarını ister diğerlerini kullanarak göreceğiniz gibi, sizin trading teki başarı ya da kayıp oranınızı değiştirmez, değiştiremez. Sizlerde bir trading sistemi oluşturmanın anlamsız olduğu gibi bir düşünce oluşturmak istemiyorum, elbette traderların bir giriş sinyali formuna ihtiyaçları vardır. Oluşan trendleri saptamaya, hangi koşullarda girerek ne tür beklentilerimiz olmalı gibi analizlere ihtiyacımız olduğu da bir gerçektir. Fakat salt giriş sinyaline odaklanarak, sistemin diğer kompleks unsurlarını ve çok önemli para yönetimi ve trading psikolojisini es geçmek, gözardı etmek, önemsememek en büyük hatadır. Uzun verimli başarılı trader olmanın bu en önemli iki unsurunu artık traderlar anlamaya başlamalıdır. Bu unsurları yok sayarak salt ‘Holy Grail’ arayışına konsantre olmak, kesinlikle sizi de hiç para kazanamayan %80 nin arasına katacaktır.

Bir Teknik Analistin Düşmanları ise aşağıdakilerdir.

1) Duygusallık,

2) Grafikte var olanı değil alt benlikte var olanı görmek,

3) Sistemi Dışında hareket etmek,

4) Sonuçlarla değil sebeplerle ilgilenmek,

5) Hatalarından ders almamak,

6) Sat sinyalinin aynı zamanda alma sinyalide olduğunu unutmak,

7) Al sinyalinin aynı zamanda tut sinyalide olduğunu unutmak

25 Şubat 2012 Cumartesi

Allahsız müslümanlık ( Ö.L.Mete ' den alıntı )

Allah’sız Müslümanlık” deyimi ile ne anlatılıyor?

Bu soruyu bir cümlede ifade etmek gerekirse, “Güçlü ve etkin bir iletişim çabası sergileyerek Allah ile beraberlik kuramayan İslami yaşayış biçimi” derim…

Müslümanlık, kişi için huzur ve mutluluk sağlayan bir tercih değil de,Ürkütücü bir Tanrı’nın koyduğu külfetler bütünü şeklinde yaşanırsa bu, gerçek bir dinin hedefleyebileceği durum olamaz.

Öyle inanıyorum ki, çağımızda Müslüman kimliğini önemseyen her insan, yaşadığı çelişkileri özgürce sorgulayıp tartışabilse benimkilere benzer sonuçlara ulaşacaktır.

İÇİNDEKİLER
GEREKÇE
Giriş
HACIYAĞI İLE PARFÜM ARASINDA
Birinci Bölüm
BİRİCİK HAK DİN TEZİ ile GERİLİĞİN ÇATIŞMASI
İkinci Bölüm
AKILCI TEVHİD VE KALBİN TERKEDİÜŞİ
Ûçüncü Bölüm
EVRENSEL GÜNCEL ÇATIŞMASI VE KORSAN FIKIH
Dördüncü BÖlOm
CİHAT KÜLTÜRÜ VE İNSAN HAKLARI MÜCADELESİ
Besinci Bölüm
MÜSLÜMAN İNSANIN EDİLGİNLİK ÇIKMAZI
Altıncı Bölüm
‘MUHALEFET KÜLTÜRÜ’NOEN ‘KUKLA MÜSLÜMAN’ ÇAĞINA
Yedinci Bölüm
‘İDEOLOJİK İSLÂM’DA MARKSİZM ESİNTİLERİ
Sekizinci Bölüm
‘KADIN FİTNESİ’ VE UÇKUR SOFTALIĞI

GEREKÇE
Çağımızın büyük mürşitlerinden Tayyar Baba. ziyaretine gelen dervişine sorar:
“Köyünüzde işler nasıl, değişen bir şey var mı?”
Derviş cevap verir:
“Köyümüze yeni bir hoca geldi efendim.”
Hazret gülümseyerek tekrar sorar;
“Müslüman mı bari?”
“Efendim, öğretmen demiyorum, hoca diyorum, camiye yeni imam geldi…”
“Tamam, ben de onun için soruyorum, Müslüman mı?”
Bu küçük öyküdeki keskin eleştiri şüphesiz bütün imamları zan altında bırakacak bir önyargının yansıması değildi. Burada yapılan, tasavvufi idrakin özündeki yaklaşımı vurgulamak, ‘Her türden yaratılmışa Yaratandım ötürü hoş bakabilen Müslüman’ ihtiyacına dikkat çekmektir.
Aynı nükteyi taklit etmeye çalışarak bu baskı İçin ‘Allahsız Müslümanlık’ ismini seçmem de, Yaratan ite iletişim ihtiyacına dikkat çekebilmek gayesine matuftur.
Yoksa buradaki ‘Allah’sız’ deyimi tanrıtanımazlık değildir. Zaten tanrıtanımaz anlamını kastetsem tırnak kullanmadan ‘Allahsız’derdim.
Ayrıca ‘Tanrıtanımazın da Müslümanlığı olur mu?’ diye yadırgama ile karşılaşabileceğimi de gözden uzak tutmuyorum. Aslında tecrübelerime göre bu yadırgama çok haklı da sayılmaz. Kendini tanrıtanımaz diye takdim eden nice insanın tuhaf bir dindarlık türü yaşadığına ve yansıttığına tanık olmuşumdur ama bu çalışmanın o alanlarda dolanmak gibi bir gayesi yoktur. Sorgulayıp anlamaya çalıştığım, Müslüman insanı bütün gayretlerine rağmen geliştirmeye yetmeyen dindarlık türünün iç kıvrımlarıdır.
Sürekli dilden Allah’ı anmasına ve sürekli dini etkinlikler yaşamasına rağmen, kendisi gibi olmayanlar üzerinde derin bir saygı ve hatta imreniş uyandıramayan Müslümanlık türünün, Allah’ın muradıyla örtüşebildiğini düşünemiyorum.Tabii ki ‘Allah’sız Müslümanlık’ ifadesi, kâfirlik ve inkarcılıkla suçlamak kastıyla seçilmiş değildir. Bu isim ‘Müslüman kişinin Allah ile İletişimini geliştiremeyen dindarlık’ tanımlamasının kısaltılmışı sayılabilir.
Peki, böylesi dindarlık nasıl bir şeydir? Fikrimce neredeyse bütün ‘Siyasal İslâm’ macerası, bir bakıma ‘Allah ile sağlıklı bir iletişim ve beraberlik sağlamaya yetmeyen Müslümanlık’ deneylerinden oluşmuş yaşantıların denizi gibidir. Hatta ‘Allah’sız Müslümanlık’ ifadesinin ötesinde, neredeyse ‘Allah’a rağmen Müslümanlık’ dahi diyebileceğimiz İslâmi yaklaşımlar da görülmüştür.
Ne var ki, bu çalışmanın her bölümü bu başlık ile kuşatılmış olmayabilir. Şimdiki baskı İçin böyle bir ismin tercih edilmesinin sebebi, yazarın en önemli derdini yansıtmaya çalışan satırlara tercüman olmasıdır.
Daha önce ‘Hacıyağı ile Parfüm Arasında’ ismi altında iki defa farklı yayınevleri tarafından, içime sinmeyen kapaklarla yayınlanan bu çalışmanın elinizdeki baskısı bazı değişiklikler İçermektedir. Bunların en belirgin olanı; daha önceki baskılarda ‘Gerekçe’ başlığı altında ‘Hacıyagı ile Parfüm Arasında’ isminin nasıl doğduğuna ve neden tercih edildiğine ilişkin bir hesap verme amacı güden bolumun, şimdi Giriş’ faslı şeklinde yeniden düzenlenmiş bulunmasıdır.
Ayrıca çalışmanın her bolumu yeniden gözden geçirilirken bazı ilaveler ve üslup değişikliklerine gitme ihtiyacı duyulmuştur.
Mart 2008 İstanbul

12 Şubat 2012 Pazar

EN ONURLU DAVULCU



Bugün 12 şubat 2012 . Kurtuluşun 92.yılı
Abdal Halil Ağa 'yı rahmetle anıyoruz. Maraş'ın fransızlar tarafından işgali sırasında ,ermeni agop hırlakyan'ın "çalarsan davulunu altınla dolduracağım"teklifine,"din bahsidir,müslüman kardeşlerimin bağrına tokmak vuramam" cevabını vermiştir.

Kurtuluş için savaşan ,şehit düşen , öldüren , destek olan , yardım eden , dua eden , sıkıntı çeken herkesi rahmetle anıyoruz. Kurtuluşun kolay kazanılmadığını anlamalıyız.
12 şubat kutlamaları devam ediyor. Yarın herşey unutulacak . Ama bu bayram bir günde kutlanıp unutulacak hatıra olmamalı ,bir ruh olmalı , birlik ve beraberlik ruhu , işgale karşı bağımsızlık ruhu , çalışmak ve yükselmek ruhu olmalı ve nesilden nesile ulaşmalıdır.

5 Şubat 2012 Pazar

Hepimiz... , Hepimiz ... Hepimiz İttihatçıyız

Gürkan Hacır'ın 05.02.2012 tarihli akşam gazetesindeki yazısından bir bölüm aldım.

"
İttihat ve Terakki'nin tarihi CHP'ye ne kadar benziyor
05 Şubat 2012 Pazar 02:00E-Posta Gönder
Ahrar ile Terakki'nin mücadelesi

Bence Başbakan haklı. Geçtiğimiz hafta CHP'ye yüklenirken 'Siz İttihat ve Terakki'nin devamısınız. İttihatçı kafanın ürünüsünüz' demişti ya aslında doğru söylemişti. Ben de CHP'nin bitmek tükenmek bilmeyen kurultaylarına ve iç kavgalarına bakınca İttihat Terakki'yi görüyorum. Liderlik kavgaları, ideolojik tartışmalar tutkuyla yapılan particilik... Hepsinde İttihat ve Terakki'nin izleri var...

Ama şunu da unutmayalım. CHP, İttihat Terakki'yse AKP'ye de Osmanlı Ahrar Fırkası kalıyor. Ki onun da sicili tartışmalıdır.

Nasıl mı? Buyurun o halde Ahrar'la Terakki'nin mücadelesine..

Başbakan'ın 'Siz İttihat ve Terakki'nin devamısınız' sözleriyle eleştirdiği CHP'nin yaşadıkları, İttihat ve Terakki tarihiyle ne denli benzeşiyor: Liderlik kavgaları, tutkuyla yapılan particilik... O zaman tek lideri Prens Sabahattin olan Osmanlı Ahrar Fırkası da AKP'ye benziyor mu bir bakalım...
"
-------------------------------------------------------------------------

Bunları Gürkan Hacır'ın 05.02.2012 tarihli akşam gazetesindeki yazısından aldım ve çok şaşırdım. Büyük bir gazetenin köşe yazarı , ya tarihten bi-haber cahil ya da yağcılık yapıyor. CHP bir şeye benzeyemez , o da ittihad ve terakki partisine. CHP Atatürk 'ün kurduğu ve yaşattığı partidir. Atatürk ise ittihad ve terakki içinde bulunmuş ama daha sonra yollarını ayırmış , daha doğrusu ittihad ve terakki tarafından dışlanmış biridir. Aralarındaki rekabet suikasta kadar varmışken nasıl olur da Atatürkün CHP 'si , muhalif İttihat ve Terakkiye benzetilebilr.
Enver paşa ve Atatürk sınıf arkadaşıdır, birlikte harbiyeden mülazım olurlar, ancak siyasi görüş ve olaylara bakışları çok farklıdır . Enver paşa yarbay iken , Naciye sultanla evlenip saraya damat olur ve Osmanlı orduları başkumandan vekili yani genelkurmay başkanı olur , Atatürk ise henüz binbaşıdır.Enver paşa cepheden cepheye koşarken , Atatürk daha ilk gittiği trablusgapte gözüne gelen şarapnel parçasından yaralanıp İsviçreye tedaviye gönderilir. İttihad ve Terakki üst düzey askerlerden ve sivillerden oluşmuş , son derece aktif , enerjik , milliyetçi ve ihtilalci bir yapıydı ve bab-ı aliyi basarak iktidarı ele almıştır .CHP gibi başbakanın söylediğinin tersini söyleyen beceriksiz ,sorumsuz bir parti değildi. Günün birinde Mustafa Kemal paşa bandırma adlı ilkel bir gemi ile Samsun'a gitti . Bu gidişte birilerinin desteği var mıydı ? yoksa bu içgüdüsel bir hareket miydi ? yoksa bir tesadüf müydü ? ayrı konu. Ama bu yolculuğun sonunda Mustafa kemal yeni bir cumhuriyet kurdu ve ittihad ve terakkiyi dışladı . Sarı paşayı yok etmeye karar veren ittihatçılar , gülcemal vapuru ile birkaç arkadaşlarını İzmir 'e yolladılar . Maksat meşhur İzmir suikastini gerçekleştirmekti ama aralarından çıkan bir ihbarcı(laz ziya) bu planı ifşa etti ve birçok ittihatçı asıldı. Bir tek Cemal Gürsel son ittihatçı olarak 1960 'a kadar ayakta kalabildi.
Türkiyede İttihat ve Terakkiye benzetilecek , hatta aynı kader çizgisine sahip tek bir siyasi hareket vardır , o da ülkücü harekettir. Varoluş sebepleri ,siyasi düşünceleri, olaylara bakışları , yaşam biçimleri , siyasi cinayetleri, kaderleri ve yok oluşları tamamen aynıdır.CHP ise tek parti ,tek diktatör mantığı ile camileri kapatmış , türk musikisini yasaklamış bir haindir. Analiz yapmak isteyenlerin bu ayrılık ve bu benzerlikleri görmesi gerekir. Maksat yağcılıksa , farklı sonuçlar görebilirsiniz . Yani soru şu ;
üzüm yemek mi ? bağcıyı dövmek mi ?

m.sedat saygılı

27 Ocak 2012 Cuma

Eliz AVAROĞLU



Bizar ediyor alemi bu hal-i tebahım
Bilsen neler etmekte bana baht-ı siyahım
Olmazsan eğer sen de benim cay-i penahım
Dinler mi acep başkası bu nale-vü ahım

Şevki bey / uşşak

Eliz Avaroğlu ' ndan muhteşem CD . Musıkimizin klasik eserleri ve klasik tavrı ve muhteşem yorumu ile hazırlanmış bu eserleri dinlemek insana ayrı bir zevk veriyor. TRT marketten temin edilebilir.
Eliz hanım , Bekir Sıdkı Sezgin'in talebesi ve üstadın tavrını da anlayışını da mükemmel kavramış.
Kendisini tebrik eder , musıki hayatında başarılar dilerim.

8 Ocak 2012 Pazar

DARBECİLER

Genelkurmay başkanı da tutuklandı
Generaller ve orgenerallerden sonra en tepedeki adam da tutuklandı.
Rektör yargı çatışması başladığında , herkesin yargı karşısına çıkmasından memnun olduğumu ,herkesin yargılanabilmesinin ülke adına gelişmişlik ölçüsü olduğunu yazmıştım.
Yine rektör yargı çatışması başladığında , bunun bir final havasında olduğunu ve çok uzun sürecek bir mücadele ve operasyon olduğunu yazmıştım.
Önce adsız başlayan operasyon , sonra ergenekon adını aldı , sonra ergenekon terör örgütü oldu ve acımasızca birçok kesimden , basından , yargıdan , üniversiteden en çok da ordudan isimleri içine alıp , bir çığ gibi büyüyerek , zaten ayakta kalmakta zorlanan türkiye cumhuriyetinin sonu oldu.
Neden sonu oldu , çünkü devletin ordusunu imha etti veya orduyu ülkeye düşman etti.Bugün bir devlet için en önemli kurum ordudur ve ordudan sonra enerji kaynakları ve güçlü ekonomi önemlidir.
Bugün , türkiyede bu operasyonu anlayabilmiş tek kişi yoktur, ancak şunu tahmin ediyorum , bu sadece türkiyede yapılan bir operasyon olmayıp , bölgedeki operasyon veya yeniden yapılanmanın bir parçasıdır. İşte BOP diye adlandırılan ve ne olduğunu halen anlamadığımız bir proje kapsamında , bölge genelinde düşündüğümüzde , yani arap ülkelerindeki operasyonlar , israil , iran , ABD 'nin ıraktan çekilişi ve AB 'nin çöküşü ile aynı fotoğraf üzerinde incelersek , şu soruyu sormamız gerekir .
Bu şartlar altında türkiye neden ordusuz bırakılmıştır ?
Bölgede hangi gücün hakim olması isteniyor ?
Bölgede bundan sonra olacak gelişmelerde , türkiyenin güçlü bir ordusu olması ve karar alabilecek ordu -siyaset uzlaşmasının olması istenmiyor. Türkiye gelişmeler karşısında seyirci kalmalı veya güvenliğini sağlamak için bir gücün himayesine girmeye mecbur kalmalı.
Şu anda iran , ırak , suriye , türkiye ve arap ülkeleri coğrafyasında mezhep ayrımına dayalı bir çatışma başlarsa bölgede aktör olabilecek devletler , ABD ve avrupa dışında sadece iran ve israil olacaktır. Dolayısı ile türkiyenin aktör değil , iran karşısındaki güce , arap ülkeleri ile birlikte teslimiyeti sağlanacaktır.
Netice olarak , bu operasyonun darbecileri cezalandırmak adına yapıldığına inanmıyorum. Mecliste genelkurmay başkanına onbaşı diyenler cirit atarken ,mecliste bölücülük had safhaya ulaşmışken , mecliste hergün bdp showu izlerken yani hainler ortadayken andıç arayanların samimiyetine inanmıyorum.
Darbeden yargılanan ve silivride yatan bu kadar generalin darbeci olup da neden darbe yapamadıklarına hala şaşıyorum.Bu kadar üst düzey komutan darbe tasarlıyorsa, bunu nasıl gerçekleştirememişlerdir acaba ? Oysa ülkemizde darbeler ,10-15 askerin mutabakatı ile yapılmıştır. Ve ülkemizde darbeye teşebbüs eden bir veya iki kişilik örnekler de vardır , başarısız olmuşlardır ama başarıya çok da yaklaşmışlardır.

m.sedat saygılı