HOŞ GELDİNİZ

Siyasetçi doğru olanı değil , uygun olanı söyler.

9 Ekim 2017 Pazartesi

SURİYE'de YENİ SENARYO

    Esed'i devireceğiz , Emevi camiinde  cuma namazı kılacağız hayaliyle ,Türkiye'nin başta IŞİD olmak üzere Suriyeli muhaliflere silah gönderdiğini herkes biliyor.Sonrasında , ateşten kaçıp sınırlarımıza gelen 3,5 milyon sığınmacıyı beslemek ve barındırmak zorunda kaldığımız da gerçek. Mit tırları rezaletini örtmek için ne baskılar uygulandığı da malum. Kobani efsanesi yaratmak için , eşkiyalara ülkemizi kullanma izni verip ,davulla zurnayla uğurlayanlar belli.
    Şimdi yeni oyun sahnede . Musula ,Erbile gideceğiz diye nara atarken ,birden rotayı İdlib'e çevirdiler. Türkiye'nin yaktığı ateşi  kendisine söndürtecekler. Suriyeyi kan gölüne çevirenleri , şimdi pisliklerini temizlemekle  görevlendirdiler.
  Rusya açısından son derece uygun, Esed muhalifleri temizlenecek , toprak bütünlüğü sağlanacak, hemde maşa varken elini yakmadan
  İran açısından son derece uygun, Esed muhalifleri temizlenecek , hemde maşa varken elini yakmadan
  Bahçelinin  Rusya lehine müdahil olup, destek vermesi de son derece açık  ve anlaşılır.
  Oyun şöyle devam edecek .
  İdlib bitince , Afrini de temizleyin diyecekler. Zaten Bahçeli de şimdiden ısıtıyor.
  Temizlik bitince ,Türkiyeye  haydi ülkene dön diyecekler.
  Türkiye bu kadar fedakarlık yaptım , Suriye'nin toprak bütünlüğünü  sağladım ,bunun  karşığı bu mu diyecek.
  Esed 'e de , senin kullanım süren doldu ,haydi bakalım bırak diyecekler .
  Esed de  bunu  hak etmediğini söyleyecek.
  Esed'i memnun etmek için  Türkiyeyi sınır dışı ,Türkiyeyi memnun etmek için de Esed'i  görevden alacaklar.
 Sonuç ne olacak   ?
 Suriye Fransanın kontroludan çıkarılıp , ABD-RUSYA  nın denetimine alınacak . Türkiyede de toprağa verdiği  evlatlarıyla , harap olan ekonomisiyle , başbaşa kaldığı sığınmacılarla  övünecek.   

24 Ağustos 2017 Perşembe

Cemaatin siyasi yapı olduğunu önceden haber veriyor

Bundan tam iki yıl önce, 7 Şubat 2012 tarihinde İstanbul'da Özel Yetkili Savcı Sadrettin Sarıkaya MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı gözaltına almaya çalıştı. Başbakan Erdoğan'ın ameliyat masasında olduğu saatlerde gerçekleştirilen bu operasyon, 17 Aralık darbesi gibi bir siyasi krize dönüştü. Paralel yargının ilk önemli operasyonu olarak tarihe geçen 7 Şubat darbesi, Başbakan Erdoğan tarafından aylar sonra "hedef bendim, beni de tutuklayacaklardı" şeklinde özetlenmişti.
17 Aralık operasyonu, Suriye'ye giderken durdurulan Tırlar, paralel devletin AK Parti iktidarına yönelik başlattığı topyekün savaş, 7 Şubat üzerindeki sis perdesini de büyük ölçüde kaldırdı. Paralel yargının aktörleri birer birer deşifre olurken 7 Şubat 2012'de Türkiye demokrasisinin nasıl büyük bir tehlike atlattığını şimdi daha iyi anlıyoruz.
7 Şubat MİT operasyonunun yada paralel yapının ilk yargı darbesi girişiminin yıldönümünde MİT Eski Daire Başkanı Prof. Mahir Kaynak 7 Şubat operasyonu ile 17 Aralık darbesi arasındaki ilişkiyi, paralel yapıyı ve bu siyasi krizden çıkış yollarını anlattı.
7 ŞUBAT MİT OPERASYONU "YENİ TÜRKİYE"YE KARŞI YAPILDI
-Mahir Bey, bundan tam iki yıl önce Türkiye 7 Şubat MİT operasyonunu ya da paralel devletin ilk yargı darbesi girişimini yaşadı. Sizce 7 Şubat operasyonunun amacı neydi?
Görünüş itibariyle Hakan Fidan'a karşı çıkıyor gibi bir hava yaratıldı. Aslında Milli İstihbarat Teşkilatı'nın görüşü değişiyordu. Çalışma usulleri değişiyordu. MİT yeni bir strateji geliştiriyordu. Buna karşı bir hareket yapıldı. Aslında bu operasyon Türkiye'deki değişime karşı yapıldı. Bugüne kadar MİT'ten hiç şikayetçi olmadılar. Çünkü MİT yanlış bir strateji uyguluyordu. Onu da şöyle özetleyebiliriz. İnsanları ideolojilerine göre tasnif ediyor ve bunların iyisi ve kötüsü olduğunu düşünüyorlardı. Halbuki istihbarat teşkilatının görevi, yabancıların operasyonlarını bulmaktır. Yani iyi bir ideolojinin de arkasına girebilirler. Mesela bugüne kadar darbeyi hep Atatürkçülük adına yaptırdılar. Fakat onlar da içindeydiler. Biz oturduk komünizm peşinde koştuk. Oysa Türkiye'de komünist yoktu…
-Çözüm Süreci ile 7 Şubat operasyonunun bir ilişkisi var mı?
Var tabi. Hakan Fidan'ın MİT'in başına geçmesiyle çözüm sürecinde mesafe alındı. Geçmişteki anlayışa göre PKK hiçbir şekilde affedilmeyecekti. Muhatap olarak alınmayacak ve müzakere edilmeyecekti. Başından beri PKK ve Öcalan'ın bölücü olduğu düşünüldü. Ben de başından beri bunların bölücü olmadığını söyledim.
-Yani Hakan Fidan'ın Kürt sorununun çözümünde izlediği yöntemi doğru buluyor musunuz?
Kürt sorunu barışcıl bir şekilde çözülebilir. Bence bu doğru bir yöntem. Nitekim son bir yıldır tek bir kurşun sıkılmamış olması, şehit cenazelerinin gelmiyor olması bunun göstergesi. Çünkü oradaki insanların Türkiye düşmanlığı yoktur. Orada birtakım problemler vardır. Bu problemleri çözdüğünüz zaman mesele biter. Bu problemler de çözümü olmayan problemler de değil. Yani onların herhangi bir şekilde ayrışma gibi bir politikaları yok. Yalnız dünya şartları onları Türkiye ile karşı karşıya getirdi. Bunda bizim de kabahatimiz var.
MİT'İN GÜLEN CEMAAT'İNİ İZLEMESİ ÇOK DOĞAL
Sizce Gülen cemaati ile Hakan Fidan arasındaki mesele nedir? Cemaat medyası ilk günden bu yana Hakan Fidan'a karşı tavırlı. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Buna şaşırmamak lazım. Çünkü Cemaat bir dini hareket değil siyasi bir harekete dönüştü. Siyasi harekete dönüşünce onun MİT tarafından takip edilmesi doğal hale gelir. Hakan Fidan da onları takip edecektir. Cemaat bunu anladı ve Hakan Fidan'dan rahatsız oldu. Onun için Cemaat Hakan Fidan'ı tasfiye etmek istedi. Cemaat "MİT eskisi gibi irticaya baksın, cami etrafında birkaç kişi bulsun, irticanın bizimle ilgisi yok, onlarla uğraşsın" dedi. Ancak MİT'in yeni yapısı eski Türkiye'yi andıran bir istihbarat anlayışına izin vermiyordu. Cemaat bu yüzden ilk günden bu yana Hakan Fidan'a alerji duyuyor.
7 ŞUBAT İLE 17 ARALIK KARDEŞ DARBELERDİR
-Sizce 7 Şubat operasyonu ile 17 Aralık darbesi arasında bir bağlantı var mı?
7 Şubat ile 17 Aralık operasyonları aslında kardeş darbelerdir. İkisi aynıdır. Bir yanda MİT'in yeniden dizayn edilmesini önlemek ve Hakan Fidan'ı tasfiye etmek istediler. Diğer taraftan Türkiye'de "yolsuzluk" adlı bir oyun oynadılar. 7 Şubat'da vatan hainliği, 17 Aralık'ta yolsuzluk maskesi ile yargı operasyonu yapıldı. Sürekli yolsuzluktan bahsediyorlar. Bende onlara şunu sordum: Bunların hepsi aynı anda mı oluştu? Çeşitli zamanlarda olan olayları, neden o zaman takip etmediniz de bir bütün haline getirerek bugün sahneye koydunuz. Amaç açıkça iktidarı zayıflatmaktır.
FETHULLAH GÜLEN HOCA'NIN ABD İLE NE İLİŞKİSİ VAR?
Fethullah Gülen Hoca ABD'ye giderken bir yazı yazdım. Yazının ismi "Av Partisi" idi. Geçmişte avlanmak isteyen asilzadelere karşı avlar gürültülerle önlerine sürülür. Burada da öyle oldu galiba, dedim. Fethullah Gülen Hoca'nın ABD ile ne ilişkisi var? Onu gönderen de Çevik Bir. Burada problem çözülmeliydi. ABD'ye gidince Fethullah Gülen sorununun büyüyeceği düşünülmeliydi.
AK PARTİ-CEMAAT KAVGASI ASLINDA KÜRESEL BİR MEYDAN MUHAREBESİDİR
Ben eskiden beri böyle bir çatışma olacağını tahmin ediyordum. Şöyle bir tarif yaptım: Dünya üzerindeki büyük mücadelenin meydan muharebesi Türkiye'de yapılacaktır. Bu çok açık bir Meydan Muharebesidir. Kim kazanırsa dengeler o yönde değişecektir. Bu savaşta Gülen Cemaati'nin destekleyen küresel güçler, bu nedenle Tayyip Bey'i tasfiye etmek istiyorlar. Bu kişiliğinden ya da yolsuzluk iddialarından kaynaklanmıyor.
GÜLEN CEMAATİ KÜRESEL SERMAYENİN YANINDA YERALDI
Güln Cemaati'nin küresel bağlantılarından bahsettiniz. Bunu biraz açar mısınız?
Gülen Cemaati dünya çapında bir organizasyondur. Buna bir renk vermek lazımdır. ABD kendi rengini veremeyeceği için İslam rengini verdi. Cemaatin hangi dünya gücü tarafından desteklendiğini çözmek lazım. Kendi başına bütün bu işleri yapmasına imkan yok. Ben şöyle düşünüyorum. Dünya üzerindeki çatışma ulus devletlerle küresel sermaye arasındadır. Hatta 11 Eylül'de uçaklar düştüğü zaman televizyonda da bunu söyledim ve "Bu savaş başlamıştır" dedim. Cemaatin küresel sermaye tarafından desteklendiğini düşünüyorum. Onun için tasfiyesi kolay değil. Öteki tarafta Obama'nın temsil ettiği, Putin'in temsil ettiği daha sonra da Erdoğan'ın eklendiği ulus devletler var. Şimdi bu iki cephe savaşıyor.


BU KRİZDE İKTİDARI BAŞARIYA YAKIN GÖRÜYORUM
-Sizce bu savaşta bir uzlaşma olur mu? İktidarın geri adım atma ihtimali olabileceğini düşünüyor musunuz?
Aslında çözüm olur ama ben bunun olabileceğini zannetmiyorum. Sonuna kadar mücadele edecekler. Halk başarı kazananı reddetmez. Başbakan dindar değil mi? Halk, cemaatin dindar bir Başbakan tarafından tasfiye edilmesinden rahatsızlık duymaz. Ben bu savaşta iktidarı başarıya daha yakın görüyorum. Ancak iktidar birtakım siyasi güçlerle birleşmek durumunda. CHP Cemaat kanadına geçmiş gibi görünüyor. Şu anda istikameti belli olmayan MHP'dir. O da yerini tayin etse Türkiye'de hangi tarafın güçlü olduğunu söyleyebiliriz.
CEMAAT, KÜRESEL GÜÇLERİN SİYASİ SİMGESİ HALİNE GELDİ
-Çözüm öneriniz var mı?
Çözüm önerim şu: Cemaat Türkiye içerisindeki siyasi hareketlerden herhangi birini destekleyebilir. Aslında dini harekete yakışmaz ama bu kadarını yapmasında sorun yok. Halbuki şimdi dünya ölçeğindeki küresel bir hareketin siyasi simgesi haline geldi. Bundan kurtulmalıdır. Sadece Türkiye'yi düşünmelidir. Küresel sermayecilerle aynı politikayı izliyor. Gelsin Türkiye'yi ulus devlet olarak kurtarmaya çalışsın. Çevremizle ilgili ilişki kuralım. Benim Gülen Cemaati'ne bu krizden çıkış önerim budur.

19 Ağustos 2017 Cumartesi

SICAK SAVAŞ ( alıntı)


 Aşağıdaki yazı takvim gazetesi yazarı Ergun Diler tarafından 15.08.2017 tarihinde  yazılmıştır.
Yazı biraz eksik , biraz fazla  ile Türkiye standartlarının çok üzerindedir. Bu tesbitler sayın yazara aitse kendisini tebrik ediyorum , değilse de toplumu aydınlatmaya vesile olduğu için teşekkür ediyorum.
  Türkiye üzerinde iki buyuk gücün yıllardır süren savaşı devam ediyor. Ben çatışmanın taraflarını böyle yazdığım zaman , bunlar zaten müttefik değil mi ? neden çatışsınlar ki ? diye soranlar ,itiraz ednler oluyordu. Çok zaman yanyana birlikte olan iki gücün çatışması pek mantıklı  gelmiyordu.
  Ancak buradaki Buckingham sadece ingiltereyi değil , küresel sermayeyi temsil ediyor.
  Darbenin en önemli  siyasi sonucu daha önce de yazdığım gibi , bizi  Avrupan koparmak ,AB görüşmelerini bitirmek  ve  baasla yönetilen ortadoğu  ülkeleri statüsüne sokarak kontrol altında tutmaktı ve öyle de oldu. Tarafımızdan  başlatılan Almanya gerginliği de  darbenin devamıdır. Alt kısımlarda yazılan Türkiye , Fransız ve İngiltere yakınlaşmalarının , bu ortamda olabileceğine fazla  ihtimal  vermiyor ve çok mantıklı bulmuyorum .
   Konuyla ilişkili olarak rahmetli Mahir Kaynak 'ın da bir sözü vardı . " İngiltere Türkiye üzerindeki etkinliğini kaybederse , dünya üzerindeki itibarını da kaybeder "

M.Sedat Saygılı

Sıcak savaş

  A rtık savaş gizlenemeyecek bir boyuta ulaştı. Açıktan geliyorlar, açıktan vuruyorlar. Ve bir anda örgütleniyorlar. Sıradan insanlar daha "Ne oluyor?" sorusunu soramadan istihbarat örgütleri amaçlarına ulaşıyor... Sadece bizim etrafımızda değil, her yerde böyle... Amerika'yı gördünüz.
Sokaklar bir anda karıştı. Çılgın bir sürücü kalabalığın arasına daldı ve dehşet saçtı. Peki ne oldu? Mesaj neydi? Kim, kime ne demek istiyordu? Üzerinde durmamız gereken de tam bu! Savaşın taraflarını ve metotlarını görmek açısından...
Gelin gazetelerde, televizyonlarda olmayanlara bakalım... Ki, işin özü de burası...
Artık savaş net bir şekilde PENTAGON ile BUCKINGHAM arasında... Gizlemek için iki tarafın da bir çabası yok... Savaş artık sokaklara indi. Biraz geriye gidelim...
Amerikan İçsavaşı döneminde Britanya'ya büyük sempati ile bakan bir GENERAL vardı... Bu generalin adı Robert E.
Lee'ydi! Yani heykelinin kaldırılması istenen GENERAL! Heykel müthiş bir semboldü.
Heykeli kaldırarak aslında Buckingham'a " Sizi bu ülkeden atıyoruz!" mesajı verilmek istendi. Ancak İngiltere'nin, daha da önemlisi MI6'nın en güçlü olduğu eyalet Virginia, kent ise Charlottesville'di. MI6 devreye girdi ve bir anda sokaklar karıştı...
Pentagon HEYKEL üzerinden İngilizler'i kovmak isterken İngiliz istihbaratının karşılık vermesiyle sokaklarda kendilerine karşı olan onbinleri buldular! İstihbarat örgütleri kıyasıya savaşıyordu!
MI6'nın organize ettiği oluşum, ABD'de ciddi iç karışıklığa neden olabilecek bir sonuç doğurabilecek güçte. Pentagon bunu gördü. Onlar da MI6'in bu kadar kısa sürede bu kadar etkili karşılık vereceklerini düşünmüyordu. Ama cevap etkileyici ve korkutucuydu!
Pentagon da Buckingham Sarayı da aslında aynı hedefi istiyor. İkisi de artık tek kutuplu bir dünyaya inanıyor. O nedenle kavga ikisi arasında şiddetlendi. Mayıs ayının ortalarına doğru İngiliz istihbaratının Amerikan istihbaratıyla ortaklığının son bulduğunu açıklaması, savaşın en resmi göstergesiydi. MI6 ve CIA merkezine rahatlıkla giren iki ülke ajanlarının girişleri yasaklandı. Ortak güvenli ev olarak kullanılan merkezler de sonlandırıldı.
İngilizler sokakları karıştırırken Pentagon kimsenin bilmediği bir yerde kanlı bir cevap verdi... Aynı saatlerde! Suriye'nin Türkiye sınırında, muhaliflerin kontrol ettiği İdlib'de Beyaz Miğferliler olarak bilinen İngiliz merkezli özel oluşum biriminin gizli üssüne bir saldırı düzenlendi. İngiltere'nin özel olarak yetiştirdiği 10 Beyaz Miğferliler öldürüldü.
Pentagon bu saldırıyla, Buckingham Sarayı'na " Dünyanın her noktasında size karşılık verebilecek güçteyiz. O nedenle, ABD içinde bir operasyona kalkışma" mesajı yolladı. Pentagon saldırıya devam edecekti. Karşılık bulsa da...
Pentagon, Charlottesville operasyonuyla birlikte yeni saldırı planına geçti. İngiltere'nin diplomatları da dahil çok kişi Pentagon'un hedefinde. Özellikle İsrail, Türkiye, Fransa, İtalya, Libya ve Katar'daki İngiliz diplomatları için büyük risk başladı.
Pentagon, İngiltere'nin de çok ciddi bir planla saldırıya geçeceğini, hatta geçtiğini gördü. Charlottesville'deki olay, hem Pentagon'u hem de Trump'ı hedefe koymuş durumda. HEYKEL meselesinden sonra Trump muhalifleri de sokağa çıktı ve gösterilere başladı. Bir de siyahilerin gösterilere destek vermesi, ABD için büyük risk. Amerika'daki siyahları harekete geçirecek güç ise Fransa.
FERGUSON olaylarını hatırlayın!
Sokakları karıştıran FRANSIZ İSTİHBARATIYDI! Yazmıştık... Fransa Dış İstihbarat Birimi DGSE'nin imzası vardı olayların altında! Tam da bu noktada yeni bir ittifaka dikkat çekmemiz şart.
Geçmişin en büyük iki rakibi olan Fransa ile İngiltere son dönemde özellikle MACRON'dan sonra yakınlaşmakta.
Hızla hem de... Adeta geçmişin üzerine sünger çekmişler... Rekabet bırakılmış, ortaklık öne çıkmış.
İşte ABD'de sokaklar tansiyon ile tanışmış iken DGSE de buralarla ilgili olarak hazırlıklarını tamamladı. DGSE'nin başına haziran sonunda çok özel bir isim atandı. Bernard Emie, DGSE Başkanı oldu.
Uzun süre Türkiye, ardından İngiltere ve son olarak Cezayir'de Fransa Büyükelçisi olarak görev yapan Bernard Emie, tam bir Ortadoğu kurdu.
Dahi yeteneğine sahip biri. Bernard Emie'nin DGSE'nin başına getirilmesi, bölgede Türkiye, İngiltere ve Fransa ortaklığının deklaresi oldu.
Tabi anlayana...
Pentagon, Bernard Emie'nin büyük bir tehlike olduğunu biliyor. Bernard Emie, Amerikan'ın geleceği için büyük risk. Çok etkin biridir.
Hiçbir istihbarat başkanının kişisel olarak dış ülkelerde operasyon yapma gücü yoktur. Ancak Emie, şu anda bağımsız olarak 20 ülkede operasyon yapabilecek güce sahiptir. Pentagon'un korktuğu da bu!
20 ülke içinde ABD var!
İlk sıralarda hem de...
Artık dünya başka bir eşiğe geldi...
Dünyanın hiçbir noktasındaki gösterileri sıradan halk ayaklanması olarak görmeyeceğimiz bir döneme girdik.
İngiltere, Fransa ve Türkiye bu konuda hazırlıklarını yaparken Pentagon da kendi planları için uğraş vermekte.
İSYANLAR için büyük çaba harcanmakta! Yakında göreceğiz pek çoğunu zaten!
ABD, Ortadoğu'da etkin olmak için operasyonlar yaparken iç karışıklık korkusuyla çok daha derin kararları uygulamak zorunda. Ancak bunu başarması için CIA'nın yüzde 100 bağlılığına ihtiyacı var. CIA'nın da yüzde 100 olarak Beyaz Saray'a bağlı olmadığını biliyoruz.
Her şey ortada zaten...
Bir de iç karışıklık durumunda öne çıkan FBI var. Ülkede yaşanabilecek iç karışıklığı engellemek için FBI'ın çok güçlü olması şart.
Ancak son dönemde yaşananlar da FBI'ın Beyaz Saray tarafından yüzde 100 güvenle bakılan bir kurum olmadığını ortaya koyuyor.
ABD hem CIA'da hem FBI'da sorun yaşıyor... Trump'ın giden danışmanı ne dedi:
" Yerleşik güçler Trump'ı istemiyor.
Bunlar da BEYAZ SARAY'da. Bir yolunu bulup gönderecekler..." Zaten ABD'nin içi karmakarışık.
Kimin eli kimin cebinde belli değil...
Wall Street, Trump'ın geleceğini 4 madde üzerinde topladı!
4 ihtimalli akıl oyunu bu!
Wall Street, ilk olarak Trump karşıtı soruşturmaların uzun yıllar alacağını düşünüyor. Bu nedenle DAVALAR çok iç açıcı gelmiyor...
Hukuktan ümit kesilmiş durumda.
İkinci ihtimal ise en güçlü olanı! Trump baskılar sonucu görevini 2018'de Başkan Yardımcısı Mike Pence'e bırakmak zorunda kalacak. Bu ihtimal finans tarafından destekleniyor. Hem de sınırsız bir şekilde.
Üçüncü ihtimal ise soruşturmalar, saldırılar ve etrafını çevirme harekatları Trump'ı zayıflatacak. Ancak tersi de mümkün! Trump'ın direniş gösterip ABD'yi yıkıma götürmesinden korkuluyor.
Son ihtimal ise Trump tüm suçlamalardan aklanıp Başkan olarak kalacak.
Saldırıları bertaraf etmiş olarak yoluna devam edecek.
Bu da finans sektörünün tamamen Pentagon'a bağlanması demek.
O nedenle paraya yön verenler, ikinci seçenek için sokakları deneyecek.
Hem de kanlı bir şekilde.
Sokaklar karışacak...
ABD'de sokaklar karışırken Pentagon bir yerde daha sahneye çıktı!
NEREDE?
BURKİNA FASO'da...
Peki saldırı neden burada yapıldı?
Çünkü FRANSIZ DEVLETİNİN himayesinde olan bir toprak parçasıydı!
Peki neden AZİZ İSTANBUL isimli lokanta hedef seçildi?
Çünkü Türkiye, İngiltere-Fransa ile birlikte büyük bir ortaklığa giriyordu!
Bu arada saldırının gerçekleştiği otel kimin?
FRANSIZ'ın!
Şimdi olaylara geniş bakmanın ne kadar elzem olduğunu görüyor musunuz! Hiçbir şey tesadüf değildir... Büyük güçler planlı bir şekilde savaşa devam etmektedir... Biz de içindeyiz! Tam ortasında!

NOT: ABD'deki protestolara katılan IRKÇILAR " YAHUDİLER YERİMİZE GEÇEMEYECEK!" diyordu. Diyordu da; ne demek istiyordu! Düşünün bakalım... Bir NOT daha... Amerikan iç savaşında GÜNEY'de siyahiler tarlalarda çalıştırılıyordu. Afrika'dan kaçırılıp zorla insanlar getiriliyordu. İngilizler aldıkları pamuk karşılığında insan getirip teslim ediyordu. Kuzey ise sanayii için ucuz işgücü arıyordu. Bunlar da siyahilerdi. Kavga o zaman da bu zamanda EKONOMİK... Böyle bakın!

2 Mayıs 2017 Salı

Bu alemden bir irfan geçti .......................... İRFAN KARAMAN

 
Allah rahmet eylesin,merhameti ile muamele buyursun.
 

17 Nisan 2017 Pazartesi

SONUÇ BAHÇELİ YIKILDI

Başta CB olmak üzere,tüm devlet imkanlarının seferber olmasına rağmen,
taraf olmasına rağmen,
her türlü yalan ve iftiraya rağmen,
OHAL baskılarına rağmen,
alenen yaptıkları tehdit ve hakaretlere rağmen,
bu kaybetmek değil, AKP değirmenine su taşıyan ülküdaşlarımızın vefasızlığıdır.
Aradaki küçük farkın da ,imkanları elinde bulunduranların yapabileceği hile olarak görüyorum.
Gerçek sonuç şudur ki, AKP kaybetmiştir, bahçeli yıkılmıştır.
Ülkücülerin tarafı net olarak belli olmuştur.
Bahçelinin peşinde ülkücüler değil, bir avuç biatçının olduğu görülmüştür

Hırsızlara ve destekçilerine karşı verdiğim mücadeleden onur duyuyorum
...
m.sedat saygılı

Kalk yiğidim ,yine dağ başını duman almış

10 Nisan 2017 Pazartesi

ZAVALLI ÜLKÜDAŞLARIM

Kaderi , yokluğu , acıyı paylaştığımız arkadaşlarımızın , bahçeli'nin mitingine gidip, resimlerini de facebook’ta paylaşmaları yürekleri dağlıyor.
Ayrılık fikrini kim soktu sizin (bizim) beyninize ? ( M.A.Ersoy)
Aklıma hemen Burhan Kavuncu ‘nun bir yazısının başunda kullandığı cümle geliyor. Yazı
“ Zavallı Ülküdaşlarım “ diye başlıyor.

Bahçeliyi anlamak için , okur yazar olmaya bile gerek yok.

Önce şunu soralım, hain bir komutan en fazla ne yapabilir ?
Ordusunu düşmana satar.
Hain bir parti başkana ne yapabilir ?
Partisini düşman partiye satar.
Başarısız gibi görünen darbe ile Türkiye ,Rusya ile yakınlaştırılmıştır. Sonuçlarına bakarak , darbede ABD ‘nin bilgisi dahilinde Rusya’nın parmağı olduğunu düşünüyorum.Putin’in baş danışmanı Dugin’in , o gün gelerek , MİT’ten ve enişteden önce darbeyi haber vermesi de cabası.
Operasyonlar analiz edilirken iki şeye bakılır .1) Sonuçtan kimin faydalandığı 2) Bırakılan izler
Yani operasyonlarda bırakılan izler, onu yapanlar değildir.
Eğer referandumdan EVET çıkarsa , Türkiye’de de ,Irak ve Suriyedeki gibi BAAS REJİMİ kurulup, ABD’nin de uygun gördüğü yeni dünya düzeni gereği , ülkemizin iç ve dış işleri tamamen Rusya’ya bağlanacaktır. Zaten görüldüğü gibi ülkemizin tüm dünya ile ilişkileri bitirilmişdir.
Bu günleri görmek istemeyiz ama , eğer görürsek , bahçelinin kime hizmet ettiğini (RUSYA’ya) herkes anlayacak ama geri dönüş imkanı olmayacak , son pişmanlık fayda vermeyecektir.

Son bir haftayı doğru değerlendirmek dileği ile.

M.Sedat Saygılı

12 Mart 2017 Pazar

BİR HİKAYE ( Mahir Kaynak 15.03.2008 )


Terör olaylarının anlatılanlardan farklı olduğunu, bunların söylemlerinden çok farklı amaçlara hizmet ettiğini düşünen bir adam düşündüklerini kanıtlamak için bir deney yapmaya karar verdi. Çevresinde kanarya sevenler adında bir dernek vardı ve bunların üyeleri kanaryaların en güzel kuşlar olduğunu söylüyor hatta dünyada başka bir kuş türü olmasa daha iyi olur diyorlardı. Çevrelerindekilere düşüncelerini yaymaya çalışıyor, kanarya fotoğraflarıyla süslenmiş broşürler dağıtıyorlardı.
Adam çevresindeki işsiz ya da dengesiz bazı gençleri topladı. Onlara biraz para verdi, düzenli toplantılar yaptı ve kargaların çok zararlı yaratıklar olduğunu, bunların görüldüğü yerde öldürülmesi gerektiğini söyledi. Gençler hem biraz para kazanıyor hem de bir ideal uğruna mücadele ederek hayatlarına anlam kazandırıyorlardı. Sokaklar karga leşleriyle dolmaya başlamıştı ve herkes bunu farklı bir biçimde yorumluyordu. Bazıları bunun bir kıyamet alameti olacağını bile söylüyordu. Tedirginlik yayılmaya başlamıştı.
Adam kahvehanelere giderek kargaların kanarya sevenler derneğinin üyeleri tarafından öldürüldüğünü, onları kanarya dışındaki tüm kuşlara düşman olduğunu söylüyor kanıt olarak da dernekteki konuşmaları gösteriyordu. Kanarya sevenler halkın nefret ettiği kişiler haline gelmişti. Hiçbir kusuru olmayan zavallı kargaların onlar tarafından öldürüldüğünden kimse şüphe etmiyordu. Aşırı kanarya sevgisi ve bunların abartılı bir biçimde sergilenmesi onların karga düşmanı olduğunun kesin delili haline dönüşmüştü.
Ülkenin insanları bu gibi aşırılıklara alışkındı. Bir şarkı annenin okşamasını bile kıskanan aşığı anlatıyor ve bu aşkının büyüklüğünün delili sayılıyordu.
Adam başka bir grup oluşturdu ve bunlara gaddar karga düşmanlarıyla dövüşmenin bir insanlık görevi olduğunu söyledi ayrıca biraz da para verdi. Bu grup yolda rastladığı kanarya sevenleri dövmeye başladı. Çünkü kargaları bunların öldürdüğünden kimse şüphe etmiyordu. Kanarya sevenler bunu büyük bir haksızlık olarak gördü ve kanarya sevmenin ötesinde bir davranışlarının olmadığını ve bu nedenle dövülmelerinin özgürlüklerine bir müdahale ve haksızlık olduğunu söyleyerek karşılık vermeye başladı. Artık ne kanaryanın ne de karganın adı bile geçmiyor taraflardan biri doğayı korumak diğeri özgürlüklerine müdahaleyi önlemek için dövüşüyordu. Güvenlik güçleri bu nedenle kavga edilmeyeceğini, bu olayların arkasında siyasi bir projenin olduğunu düşünüyordu.
Adam denemeyi sona erdirmek istedi ama artık kimseye söz geçiremiyordu. Kavga edenleri başkaları yönlendirmeye başlamıştı. Özgürlüklerini savunduğunu düşünen kanarya sevenler devletin kendilerine düşman olduğunu ve onları devletin örgütlediği bazı derin yapılar tarafından dövdürüldüğünü düşünmeye başladılar. Karşı taraf dünyada kanaryadan başka kuş olmasını istemeyenlere karşı devletin kayıtsız kaldığını ve bu nedenle doğayı kendilerinin korumaya karar verdiklerini söylüyordu.
Türkiye’deki kavganın nedenlerini tartışmanın mümkün olmaması, eğer söylediğiniz sayısız sözlerden birinin bile taraflardan birinin lehine yorumlanması halinde başınızın ağrıyacağını düşünüyorsanız siz de bir hikaye anlatın.

29 Ocak 2017 Pazar

YOL AYRIMI

 Türkiye,belki de  son yol ayrımına geldi. Buradaki tercihini doğru yapmak mecburiyeti var . Yanlışa evet derse, belki de yaşama hakkını kaybedecek.
  Gerile, gerile kopma noktasına gelen toplum, şimdi de tek adamın ülkeyi yöneteceği başkanlık sistemine  EVET veya HAYIR deme mecburiyetine getirildi.
  EVET demek tek adamlık, otoriter , monarşik sistemi kabul etmek, HAYIR demek çoğulcu demokrasiden yana olmak ,ülkeyi  meclisin  veya bir sistemin idaresine teslim edilmesi anlamına geliyor.
  Hemen şunu sormak gerekir, başkan olmak isteyenler ,hangi isteklerini yapamıyor veya hangi arzularına kavuşamıyorlar ki, böyle bir rejim değişikliği istiyorlar. Tek bir buyrukla bir insanın idamını arzuluyorlarsa bunda haklılar. İşte bu arzuların gerçekleşmesi, engizisyon mahkemelerinin kurulması ve insanların tek kişinin emriyle giyotine gitmesini isteyenlerin  EVET demesini yadırgamıyorum.
   Ama hukuka inanıp , hukukun üstün olmasını isteyenlerin, insanlara ancak adil yargılama ile ceza verilmesinden ,kişilere  haksız uygulama hakkı verilmesini istemeyenlerin de EVET demesi için sebep göremiyorum.
    Türkiye başarısız dedikleri darbe teşebbüsü ile, statü olarak hukukun rafa kaldırıldığı, baas rejimlerinin hakim olduğu, Ortadoğu ülkeleri seviyesine indirildi. Eğer baas tipi, baskıcı ve monarşik tek adam yönetimini seçerse , bu statüsü  ebediyen devam edecektir.
   İşte referandumun önemi buradadır.
   Türkiye monarşiye  HAYIR derse , tekrar gelişmekte olan ülkeler safına katılma şansını yakalayacaktır.
   Sonucu MHP,HDP  ve CEMAAT belirleyecektir. Başkanı  EVET , tabanı HAYIR diyen ülkücü kesimin, monarşiye katkısı muhtemelen  +%3  civarında olacaktır .HDP 'nin katkısı net değil, eğer  bu rejimin eyaletin yolunu açacağından emin olurlarsa veya yeni tavizler koparabilirlerse EVETçi aksi halde HAYIR cı olabilirler.
    120.000  insanın işinden atılması, 130.000 kişinin de atılmaya hazır bekletilmesi , 30.000 kişinin cezaevinde tutulması , birçok kişinin neden mağdur olduğunu bile bilmemesi , elbette ki cemaate de bir tepki hakkı verecektir. Bunu yansıması da  - %2  civarında beklenebilir.
    Esas  belirsizlik , haziran seçiminde Davutoğlunun  oyunu  %43 e düşürüp , bir sonraki seçimde tekrar % 49.5 'e yükselten oynak  % 7 lik oy diliminde . Eğer bu kütle, bağnaz olmayan , taassubu olmayan bağımsız düşünebilen ve  serbestçe oy kullanabilen bir kesim ise sonucu bunlar belirleyecektir.
   Ben tek oyla iki tercih yapacağım .Hem MONARŞİ'ye  hem BAHÇELİ 'ye HAYIR diyeceğim.

m.sedat saygılı

 

17 Ocak 2017 Salı

SAYIN EFENDİ BARUTÇU' NUN MHP MİLLETVEKİLLERİNE YAZDIĞI AÇIK MEKTUP

16.01.2017
Efendi BARUTCU
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ MİLLETVEKİLLERİNE AÇIK MEKTUP*:
SAYIN MİLLETVEKİLİM,
Ülke ve millet olarak olağanüstü dönemlerden geçtiğimiz şu günlerde, TBMM ve ülke gündemini meşgul eden “Anayasa değişikliği paketi” ile ilgili bazı görüşlerimi ve düşüncelerimi bir Türk Milliyetçisi ve MHP seçmeni olarak sizinle paylaşmak istiyorum.
Malumunuz olduğu üzere, Türkiye zor bir dönemden geçmektedir. Bir yandan yakın coğrafyamız ve komşu ülkelerdeki mezhep ve etnik temelli iç çatışmalar, öbür yandan özellikle son 15 yıldır adeta görmemezlikten gelinerek, sırtı sıvazlanarak, müsamaha gösterilerek hatta büyük tavizler verilerek tatmin edileceği zannedilen bölücü terör örgütünün ülkemizi kan gölüne çeviren eylemleri, cihatçı, selefi, sözde İslamcı DAİŞ terör örgütünün birbiri ardı sıra gelen alçakça saldırıları ve katliamları, uluslararası güçlerin yüz yıl önce tarihin çöp sepetine attığımız Sevr’i yeniden hortlatma çabaları …
Ülkeyi yönetenlerin çizdiği bütün pembe tablolara rağmen, Türk Lirası’nın hızla değer kaybederek USD’nin 4 TL’ye dayanmış olması, Euro’nun 4 TL’yi geçmiş olması, asla temenni etmemekle beraber bu yükselişlerin önümüzdeki günlerde de devam edeceğini göstermektedir.
Türkiye’nin dış borçlarının devlet ve özel sektör olarak 400 milyar USD’yi aşmış olması iktisadi hayatımızın ciddi darboğazlarla karşı karşıya olduğuna işaret ettiği gibi bu borçların TL bazında %30 artması ülkemizin ve insanımızın %30 fakirleşmesi anlamına gelmektedir. Bu gidişle döndürülemeyecek dış borçlar sebebiyle arka arkaya yaşanacak işyeri kapanmaları ve iflaslar endişelerimizi artırmaktadır.
15 Temmuz hain darbe teşebbüsünden sonra yaygın deyimle “fetö” sebebiyle açılan kanuni kovuşturmalarda “kurunun yanında yaş”ın miktarının orantısız bir şekilde artmış olmasından dolayı yaşanan aile faciaları ve ileride yaşanması muhtemel sosyal patlamalar memleketimizdeki iç barışı tehdit eder noktaya gelmektedir.
Yine işsizlik oranının genel nüfusun %11-12’lerine tırmandığı ve bunların büyük çoğunluğunun üniversite mezunu gençlerden oluştuğu, 7 milyondan fazla insanın asgari ücretle geçinme mucizesini (!) gerçekleştirdiği bir ülkede o ülkenin millet meclisinin öncelikli gündemi birilerinin vazgeçilmez bir tutku haline getirdiği “süper başkanlık” payesini vermek için gece gündüz çalışması olmamalıdır.
Hemen samimiyetle şunu ifade etmemiz gerekir ki, meselenin sadece Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN ile bir ilgisi yoktur. Bu sebeple, ne MHP’li ne CHP’li ne HDP’li nede AKP’li hiçbir siyasi kişiliğe bu anayasa değişiklik tasarısındaki olağanüstü yetkiler verilmemelidir. Zira 2017’lerin Türkiyesinde Türk Milleti’nin ve Türk Devleti’nin kaderi, fiiliyatta hiçbir sorumluluğu olmayacak olan, devlet yönetimini tamamen keyfiliklere ve sonucunda maazallah aşırı otoriteleşmeye, dikta yönetimine götürecek olan bu tasarıdan biran önce vazgeçilmelidir.
Bugün Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı devasa meselelerin üstesinden gelebilmek için bir “Süpermen”e, bir “Hi-man”a, bir “Rambo”ya veya kendisine haşa -üzerinde cenabı Allah’ın sıfatlarını taşıdığı ifade edilen- ilahi güçler atfedilen bir “kişi kültü”ne, birinden 15 Temmuz’da maruz kaldığımız büyük zararlar yetmezmiş gibi yeni bir “Mehdi”ye ihtiyacı yoktur.
Mutlaka bir Anayasa değişikliği gerekli ise, aklın ve bilimin öncülüğünde, Türk Devlet geleneği tecrübelerinin ışığında, denge-denetim mekanizmalarının gözetildiği, kuvvetler ayrılığının açık ve net olarak yer aldığı, Devlet yönetiminde şeffaflığın ve hesap verebilirliğin azami derecede kolaylaştırıldığı, Meclis’in daha da güçlendirildiği, yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının teminat altına alındığı, hukukun üstünlüğünün ve adalet ilkelerinin vazgeçilmez bir kural olarak sadece kâğıt üzerinde değil, uygulamada da yerleştirecek bir anlayışın benimsendiği ve toplumun bütün kesimleriyle yapılacak geniş istişareler ve görüş alış-verişlerinden sonra gidilebilir.
Bu sadece bizim şahsi görüşümüz olmayıp Türkiye’nin en saygıdeğer hukukçularının, saçlarını bu yolda ağartmış yüksek yargı mensuplarının ve Türk aydınları topluluğunun her türlü şahsi ve nefsi hesaplardan uzak, tamamen milli endişelere dayalı görüş ve kanaatleridir.
Halbuki yapılan kamuoyu araştırmalarında toplumun % 70’ine yakın bir kısmının bu anayasa değişikliği tasarısının muhteva ve mahiyetinden habersiz olduğu görülmektedir. Ayrıca sizleri oylarıyla Büyük Millet Meclisine gönderen MHP camiasının %80’e yakın bir kesiminin söz konusu anayasa değişikliği tasarısına şiddetle karşı olduğu da bir hakikattir.
Meseleye bir de Türkiye’yi son 15 yıldır yöneten siyasi zihniyetin itimada şayan olup olmaması noktasından bakılırsa, bu zihniyet sahiplerinin siyasi sicillerinin hiç de parlak olmadığı görülecektir.
Tabii ki insanımızın günlük hayatındaki birçok faydalı kolaylıklar, sağlık politikalarındaki iyileştirmeler, her biri ayrı bir gurur vesilesi niteliğindeki alt yapı yatırımları, yollar, köprüler, hızlı trenler, tüneller, havaalanları, halen dışa bağımlılığımız devam etse de bilgi teknolojileri ve savunma sanayindeki gelişmeler takdir edilecek hususlar olup iftihar tablolarımız niteliğindedir.
Bu hizmetleri gerçekleştirenlere hakkını teslim etmek ve minnet duygularımızı ifade etmek insani bir vecibedir. Lakin bunlar ülkeyi yöneten bütün siyasi iktidarların her halükârda yapması gereken hizmetlerdir. Bunun adı milliyetçilik değil, millet yararına yapılan işlerdir.
Milliyetçilik ise, sizin de malumlarınız olduğu üzere; milletlerin siyasi müstakil varlıklar halinde yaşamasını sağlayan, milli devletle toplum arasında kader bağını kuran şuurdur. Mensubu olduğumuz büyük Türk Milleti’nin binlerce yıllık geçmişi ve tarihi tecrübelerinin ışığında, geleceğin “Milliyetçi büyük Türkiye”sini inşa azim ve gayretidir. Bunun yerine getirilmesi gereken maddi unsurlarının yanısıra, en önemli gerek şartı Türk Milleti’nin, milli tarih şuuruna sahip olmak, onu millet yapan bütün manevi unsurları geliştirerek, ortak bir geçmişe büyük bir geleceğe inanmış, kısaca sevinçte de tasada da bir olmuş bir “Türk Milleti mefkuresi”ni kafalarda ve gönüllerde hakim ve sürekli kılıp bir iman haline getirebilmektir.
Halbuki şu anki hakim zihniyet daha yakın günlere kadar her sabah “Amentü” okur gibi 36 etnik gruptan bahsederek tarihi, kültürel ve sosyolojik bir vakıa olan “Türk Milleti” kavramına inanmadığını her vesile ile ifade etmektedir.
Bugün refah seviyesi daha da yükselmiş, ilerlemiş, kalkınmış, demokrasisi daha da gelişmiş bir “Büyük Türkiye geleceği için” sizlerden bir “kişi”ye olağanüstü yetkiler talep eden siyasi anlayışın “Türklük, vatan bütünlüğü, Türk dili, Türk devletinin bekası” v.b. konularda kafalarının ne kadar karışık, zihinlerinin ne kadar bulanık, geleceğe dair ufuklarının ne kadar karmaşık olduğu görülmektedir.
Burada tabii ki kastımız AK Parti’ye oy veren ve temel meselelerde bizden farklı düşünmediğine inandığımız milyonlarca seçmen veya AK Parti’nin meclis grubundaki –yine bizden farklı düşünmediğine inandığımız- bir kısım Vatansever, Milliyetçi milletvekilleri değildir.
Kastımız, bu siyasi harekete hâkim olan zihniyet ve ülkeyi 15 yıldır yöneten siyasi anlayıştır ve bize göre esas arıza buradadır.
Artık klasik bir deyim haline gelse de, “Milli birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç olunan bir zamanda” sözlerinin, bizatihi harekete geçilerek içinin doldurulması gerektiği inancındayız.
Bugün Türkiye’nin selameti için sınır ötesi harekatlara girişen, dağlarda, ovalarda, şehirlerde milletimizin huzuruna hançer çeken hain teröristlere karşı göğüslerini siper eden askerlerimiz, polislerimiz, korucularımız, TBMM’deki ve kamuoyundaki bu kısır tartışmaların Türk Milletini kamplara bölen bu manasız ısrarların bir an önce son bulmasını ve bütün Türk Milletinin arkalarında olduğunu görmek istemekte ve beklemektedirler.
SAYIN MİLLETVEKİLİM,
Türkiye’nin siyasi gündemine bir anda gelen bu “ucube” anayasa tadil tasarısı ile ilgili olarak AK Parti’nin sayın milletvekillerinin tasarıyı destekleme konusunda bilemediğimiz mecburiyetleri olabilir. Esasen 2015, “1-Kasım” seçimleri ile ilgili AK Parti seçim beyannamesinde, parti kadroları başkanlık sistemini benimsediklerini açıkça ifade etmişlerdi. Ama Türk Milleti, AK Parti’ye tek başına anayasayı değiştirme yetkisi vermemiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi ise, 1 Kasım 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerle ilgili Türk Milleti’ne sunduğu seçim beyannamesinde (bkz, s: 63)
“…parlamenter demokrasilerde egemenliğin yegâne sahibinin millet olduğuna, siyasi iktidarların meşruiyetinin milli iradeye dayandığına, milli iradenin tecelli ettiği yerin ise Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğuna inanmaktayız.
Partimiz hangi düşünce ve gerekçeyle olursa olsun, demokratik rejime ve parlamentonun anayasal yetkilerine dışarıdan her türlü müdahalenin gayrimeşru ve kabul edilemez olduğuna ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin; devletin kuruluş ilkelerine, Türk Milletinin ortak değerlerine, Türkiye’nin huzuruna ve kardeşliğine, parlamentonun itibarına ve yetkilerine ve siyaset ahlakına her şartta sahip çıkması gerektiğine inanmaktadır.
Milli iradeyi kılıf yaparak otoriterleşme eğilimini ise “Milli irade” anlayışı ile bağdaştırmamaktadır.” denilmektedir.
Gerek hakim zihniyetin sözcülerinin gerek MHP’nin sayın genel başkanının bu “başkanlık “ meselesi ile ilgili olarak birbirlerine karşı ifade ettikleri ağır sözlerin burada tekrarına bendeniz’in siyasi ahlak anlayışı müsaade etmemektedir. Peki o, günden bugüne ne değişmiştir?
Biz şimdi “söz’ün namus” olduğu anlayışından hareketle, siz değerli milletvekillerimizi bu konuda Türk Milleti’ne verdiğiniz sözü tutmaya davet ediyoruz. Bu sözünüzü yerine getirirken kamuoyunda dolaşan ve asla inanmadığımız “ahlaksız tekliflere”, “erken seçim şantajlarına” boyun eğmeyeceğinize inanmak istiyoruz.
Böylesine ehemmiyetli bir meseleyi şahsileştirmek düşüncesinde değiliz. Lakin bir hatıramı sizinle paylaşarak Alparslan TÜRKEŞ –Devlet BAHÇELİ farkını ortaya koymak isterim.
Sene 1975. TBMM’de temsil edilen Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi, “Milliyetçi Cephe Hükümeti” adıyla bir hükümet modeli üzerine çalışmaktadırlar. Milliyetçi Hareket’in lideri merhum Alparslan TÜRKEŞ, konuyu partisinin bütün kademelerinde istişare edip tartıştıktan sonra bütün vilayetlerdeki Ülkü Ocakları başkanları ve MHP Gençlik Kolları başkanlarını Ankara’da bir istişari toplantıya davet etmişti. Soğuk bir kış günü Ankara Cebeci’deki bir düğün salonunda bu toplantının yapıldığını dün gibi hatırlıyorum. Bütün gençlik yöneticisi arkadaşlarımız bu konudaki düşüncelerini ve bazı haklı endişelerini hiçbir tahdide, baskıya maruz kalmaksızın açıkça ifade etmişlerdi. Daha sonra da merhum TÜRKEŞ Bey yeniden söz alarak uzun ve geniş izahatta bulunmuşlardı. Bizlerde Ülkü Ocakları başkanları olarak bulunduğumuz vilayetlerdeki Ülkücü Gençlik kanaat önderleriyle konuyu enine boyuna istişare edip düşüncelerimizi yine Genel Merkeze bildirmiştik. 41 sene sonra geldiğimiz şu duruma bakınız ve kararı siz veriniz.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin ne başkanlık divanında, ne genel idare kurulunda, ne TBMM grubunda, ne il başkanları, ilçe başkanları, belediye başkanları seviyesinde, büyük kurultay delegeleri nezdinde ne de MHP tabanında tartışılmadan, istişare edilmeden alınmış olan bu destekleme kararını kabullenebilmemiz, içimize sindirebilmemiz mümkün değildir. Zira bu bir koalisyon görüşmesi değildir.
Bu anayasa değişikliği Türk Milleti’nin, Türk Devleti’nin gelecek on yıllardaki kaderini bir “faniye” teslim etmek anlamına gelmektedir. Tarih boyunca hukukun üstünlüğüne inanmış Türk Milleti’nin, 21. yüzyıl dünyasında hakkettiği bir idare sistemi, hukukun üstünlüğünü ve millet iradesini esas alan bir idare sistemi olmalıdır.
Hiçbir istişareye ihtiyaç duymaksızın MHP’nin Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’yi daha dün denilecek kadar yakın bir tarihte, başkanlık sistemi ile ilgili çok ağır ifadeler kullandıktan sonra hangi millî endişeler, hangi siyasi vaadler, hangi tehdit ve korkular böylesine anlaşılmaz bir karara sevketmiştir. Doğrusu anlamakta güçlük çekiyoruz.
SAYIN MİLLETVEKİLİM,
Bu mektubum anayasa tadil tasarısıyla ilgili TBMM’de yapılacak olan 2. tur oylamadan önce elinize ulaşır mı bilmiyorum. Bir arkadaşınız, –sizler için bir anlamı varsa- bir Ülküdaşınız, bir seçmeniniz olarak ülkemdeki bütün namuslu vicdan sahiplerine ve sizlere sesleniyorum. Bu anayasa tadil tasarısına şayet 2. turda da evet oyu verirseniz, sadece şahsi siyasi geleceğinizi, MHP’nin siyasi geleceğini tehlikeye atmakla kalmaz; ülkemize, milletimize ve devletimize de yazık edersiniz.
Lütfen oy pusulasını alıp oy verme kabinine girerken Türk Milleti’nin son 15 yıldır hangi tehdit ve tehlikelerle karşı karşıya kaldığını, hangi siyasi maceralara sürüklendiğini unutmayınız.
Açılım politikalarıyla Türk Milleti’nin millî bütünlüğüne kastedercesine Milletimizin kanına dokunan, Türk yargısını, Türk adaletini aşağılarcasına seyyar mahkemeler kurdurup Milletimizin varlığına kastetmiş bölücü militanların şehirlerimizde birer kahraman gibi dolaştırılmasına göz yuman siyasi zihniyeti, Türk Milletine yeni bir “kara gün” yaşatan “habur rezaletini” unutmayınız.
Bölgenin çocuklarına hizmet etmek, onları cehaletin pençesinden kurtarmak için birçok mahrumiyetleri ve ölüm tehditlerini göze alarak vazifeye koşan ve yine bölücü alçaklar tarafından kurşuna dizilen, bayrak direklerine asılan gencecik öğretmenlerimizin, bölgenin güvenliğini sağlamak için adeta çırpınan gencecik askerlerimizin, polislerimizin, korucularımızın şehirlerin ortasında sinsice yaklaşılarak enselerinden alçakça kurşunlanmasını ve bunların gözü yaşlı eşlerini, bir ömür boyu baba hasretiyle yanıp tutuşacak yavrularını unutmayınız. Her gün al bayrağa sarılı tabutlarla ülkemizin dört bir köşesine gelen, sıvasız evlere ateş düşüren şehit cenazelerini, bunların siyasi sorumlularının kimler olduğunu akıllarınızdan çıkarmayınız.
Basına da sızan ve artık Türkiye’de 7’den 70’e herkesin bildiği meşhur “Oslo” görüşmelerinde bölücü terör örgütüne Türkiye’nin birliğine, vatanımızın bütünlüğüne, Devletimizin bekasına kastedecek hangi tavizlerin verildiğini ve bunların siyasi mes’ullerini unutmayınız.
Dünyanın hiçbir ülkesinde Devlet televizyon ve radyolarından 24 saat süreyle resmi dilin dışında yayın yapılmazken, yine sözde “açılım” politikalarının bir gereği olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin televizyonlarından 24 saat süreyle -Türkiye’nin belli bölgelerinde çok farklı lehçe ve ağızları bir yapay dil etrafında birleştirme gayretkeşliğiyle- yapılan yayınları ve bunun sonunda kaçınılmaz olan yapay dil=yapay millet oluşturma çabalarını unutmayınız.
Sözde çözüm politikalarına zarar gelmemesi düşüncesiyle Türkiye’nin güneyinde ve doğusunda -Oslo görüşmelerinde bizzat devlet temsilcilerinin ifade ettiği söylenen- “şehirlerimizin birer bomba yığını haline getirilmesine” halk arasındaki yaygın deyimle taşların bağlanıp köpeklerin salıverilmesine, bütün bunların önceden bilindiği halde hiçbir tedbir alınmayarak 2015 seçimlerinde bölücü partinin eş genel başkanının “seni başkan seçtirmeyeceğiz” hitabı sonrası çıkan hendek savaşlarında bine yakın askerimizin, polisimizin şehit olmasının, şehirlerimizin birer harabeye döndürülerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütçesine milyar dolarlarca maliyet getiren ihanetleri ve bunların siyasi mes’ullerini akıllardan çıkarmayınız.
PKK’lıların, bölücü parti mensuplarının bile içine sindiremediği bu “süper başkanlık” tasarısını MHP milletvekillerinin oylarıyla kabul edilmesini nasıl içinize sindireceksiniz?
Ataları, yaşadığı topraklarda düşman işgaline uğradığı için Anadolu’ya, Türk Milleti’nin alicenaplığına sığınan birtakım kişilerin siyaseten sorumlu mevkilere geldikten sonra hiç utanmadan, sıkılmadan, namertçe “biz yıllarca bu ülkede kendi kimliğimizi söyleyemedik”, “AK Parti sayesinde hepimiz Türk olmaktan kurtulduk” diyen “babuş dillileri”, “Zafer” sarhoşlarını ve bunlara hiçbir ikazda bulunmayıp hala hoşgörü ile karşılayanları unutmayınız.
Ortadoğu coğrafyası ve İslam aleminin sözde liderliğine talip olduktan sonra “değerli yalnızlık”a mahkum olup sadece kendilerini değil, Allah göstermesin milletimizin de “stratejik derinlik”te boğulmasına, komşularla “sıfır sorun”dan ülkemizin bir ateş çemberiyle kuşatılmasına sebep olan “Genişletilmiş Ortadoğu Eş-Başkanlığı”nı unutmayınız.
İdeolojik tutkularla, millet hayatıyla kumar oynamaya hiç kimsenin hakkının olmadığı gibi devlet idaresi de acemi oğlanlar kışlasında talim yapmaya benzemez. Devlet idaresi önce ahlak sonra adalet, feraset ve basiret ister.
Biz temsil ettiği makama yakışır bir uslüple, hiç gocunmadan, göğsünü gere gere “Ben Türküm” diyebilen ve bunun gereğini yerine getiren siyaset ve devlet adamları arıyoruz.
Emevi Camii’nde Cuma namazı kılma hayalinden, Diyarbakır Ulu Camii’ne ancak bir koruma ordusu eşliğinde gitmek zorunda kalan hayalperestlerin düştüğü hamakati unutmayınız.
17-25 Aralık rezaleti ile ortaya çıkan ve şüyu’u vukuundan beter yolsuzluk söylentilerini, Bakan çocuklarının evlerinden çıkan milyon dolarları, para sayma makinelerini, ayakkabı kutularını, “paraları sıfırla”, “alo Fatih” talimatlarını unutmayınız. Bugün meclisteki çoğunluğu sebebiyle “yüce divan” da hesap vermekten kurtulsalar bile yarınlarda muhtemel bir iktidar değişikliğinde “yüce divan”a gideceği kesin olan bir kısım siyasilerin bu anayasa tadil tasarısına bir “can simit”i gibi yapıştıklarını unutmayınız.
Milletlerarası anlaşmalarla Türk toprağı kabul edilen ve şairin, “Şehitlerim uyur gurbet ellerde, kimi Semerkant’ta bekler beni kimi Caber de” mısralarında ifade ettiği Caber’deki Süleyman Şah Türbesi’ni DAİŞ’e terk edip büyük bir zaferle (!) Anadolu içlerine taşıyan siyasi dehaları (!) unutmayınız.
Ege denizinde hemen burnumuzun dibindeki yüzlerce adamız’ın Yunanistan tarafından bir oldu bittiye getirilerek resmen işgaline göz yuman, Kıbrıs’ta büyük mücahid merhum Rauf DENKTAŞ’ı aleyhinde kampanyalar açarak tesirsiz hale getiren ve Avrupa birliği hayalleriyle, Rumların bile kabul etmediği Annan planını Kıbrıs Türklüğüne kabul ettiren başarılı (!) diplomasiyi unutmayınız.
Dünyanın hiçbir yerinde terör örgütleri silah bırakmadan onlarla görüşme yapılmamasına, terör örgütleri ile devletin pazarlık yapmamasına rağmen, bölücübaşıyla İmralı’da yapılan gizli pazarlıkları, İmralı ile Kandil arasındaki turistik seferleri, Diyarbakır Meydanı’nda okutulan bölücübaşının bildirilerini, Şivan PERVER’in Mehmetçiği hedef alan alçakça saldırıları kastederek “Vur Gerilla Vur” hezeyanlarını zevkten dört köşe, ağzı kulaklarında dinleyen ve Barzani’ye “Kak Mesut” (Mesut Ağabeyi) hitabıyla temsil ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yüksek makamını hiçe sayan siyasi ahmakları unutmayınız.
Önceleri, can-ciğer kuzu sarması olurken daha sonra PKK’nın Suriye kolu ilan ettikleri PYD’nin sınırlarımıza yakın “Ayn ül Arap”ı yeniden ele geçirmesi için Barzani’nin silahlı Peşmergeleri’nin Türkiye toprakları üzerinden geçmesine göz yuman ve böylece Kobani’nin PYD tarafından Türkiye’ye karşı bir saldırı üssü olarak kullanılmasına zemin hazırlayan siyasi dehaları (!) unutmayınız.
Barzani’nin silahlı güçleri Türk topraklarından ellerini kollarının sallayarak geçerken, üzerlerinde T.C. kimlikleri taşıdıklarını unutan bazı bedbahtları, “Biji Obama” (Yaşasın Obama) diye tezahürat yapan “Amerikan uşakları”nı ve bunlara göz yuman siyasi zihniyeti unutmayınız.
Bütün bu karanlık ve utanç verici hadiselerin yeniden yaşanmamasının garantisi, sizce nedir? Bu talihsiz siyasi anlayış, olup bitenlerden ders çıkarmış mıdır? Hiç sanmıyoruz. Fırsat bulduklarında aynı gafletleri sergileyeceklerinden şüpheniz olmasın.
Milletimizin ve Devletimizin geleceği için yanılmış olmayı doğrusu çok isterdik.
Ve’l hasıl SAYIN MİLLETVEKİLİM;
MHP’nin TBMM’deki Anayasa görüşmelerinde, 39 oy’unun Türkiye’nin, Türk Milleti’nin, Türk Devleti’nin geleceği ile ilgili hayati ehemmiyet taşıdığını unutmayarak ileride Millet ve tarih önünde mes’ul olmaktan kurtulmak istiyorsanız, takdir ve hayır dualarıyla anılmak istiyorsanız bu Anayasa değişiklik teklifine “HAYIR” diyerek, Milletimizin hayırlı geleceğine hayırlı bir başlangıç yapınız.
Selam ve saygılarımla.
Efendi BARUTCU
Nasuh Akar Mah. Süleyman Hacı Abdullahoğlu Cad.
Nu: 5 / 5 Balgat Çankaya ANKARA
Tlf: 0 532 334 4297
El-mek: efendibarutcu1@gmail.com
*Bu mektubun birer örneği MHP’yi TBMM’de temsil edilen bütün Sayın Milletvekillerinin TBMM adreslerine PTT vasıtasıyla 14/01/2017 tarihinde gönderilmiştir.
Aynı mektubun bir özeti de 16/01/2017 tarihli Yeniçağ gazetesinin 10. sahifesinde konuk kalem köşesinde yayınlanmıştır.

5 Ocak 2017 Perşembe

Arkadaşım Miktat Şen 'in mhp milletvekillerine açık mektubu



DOSTLAR, YENİ ANAYASA TEKLİFİ YAKINDA MECLİSE GELECEK. ELİMİZ KOLUMUZ BAĞLI OTURMAYALIM. TANIDIKLARIMIZ VARSA ONLARLA GÖRÜŞELİM, MEKTUPLAR YAZALIM. BEN DE AŞAĞIDAKİ MEKTUBU KALEME ALIP VEKİLLERİMİZE GÖNDERDİM.
Sayın Vekilim,
değerli Ülküdaşım,
12 Eylül öncesi Ülkücü Hareket’in içerisinde bir İTÜ öğrencisi olarak mücadelesini veren, bu mücadele çerçevesinde şehadet hariç, bir ülkücünün başına ne geldiyse hepsini yaşayan, tahliye olduktan sonra 12 Eylül’e az bir süre kala yarım kalan öğrenimini tamamlamak için yurt dışına çıkmak zorunda kalan, o tarihten beri Almanya’da ülkücü teşkilatlarda başkanlık dahil değişik kademelerinde görev alan ve halen “project management“ ve “quality management“ alanlarında öğretim görevlisi olarak çalışan bir ülkücüyüm. Bu sıfatları komplekslerimden dolayı “ben buyum“ manasında yazmıyorum. Sadece bir tespit. Biliyorum ki, aynı sıfatları taşıyan binlerce ülküdaşım mevcut.
Bugüne kadar edindiğim tecrübeler ve omuz omuza mücedele verirken şehit olan ülküdaşlarımın bana yüklediği manevi yükümlülük bu mektubu yazmamı bir görev haline getirmiştir.
Türkiye, yeni bir anayasa tartışması sürecinden geçmektedir. Söz konusu anayasa taslağı şu an itibariyle anayasa komisyonunda görüşülmekte, komisyonda kabul edilmesi halinde, -ki kabul edileceğine kesin gözle bakılıyor, mecliste oylamaya sunulacaktır.
Verecek olduğunuz oyların ehemmiyeti büyüktür. Eğer süreç sonunda yeni anayasa kabul edilirse, Atatürk ve silah arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet, yerini yeni bir devlete bırakacaktır. Bir ülküdaşınız olarak konuyla ilgili düşüncelerimi size de sunmak istedim. Konuyu üç başlık altında; yani demokrasi, milli devlet ve MHP’nin geleceği olarak irdelemek istiyorum.
DEMOKRASİ
Bizzat kendi yaşadığım süreçtir. Almanya'ya geldiğimde 23 yaşımdaydım. Demokrasi konusunda garip düşüncelerim vardı ve meseleyi sadece bir seçim meselesi olarak görüyordum. Hür seçimlerin olması demokrasi için yeterlidir diye düşünürdüm. Gösteriler, hak arama, birlkte şekillendirme, ortak akıl, azınlıkta kalan farklı düşünenlerin hukuku, muhalefet... vs. konusunda kafamda sadece olgunlaşmamış flu bir şeyler mevcuttu.
Üzülerek söylemek zorundayım ki, demokrasinin ne olduğunu içinde yaşadığım ülkede gördüm. Gözümün açılmasında AKP'nin uygulamalarının da büyük payı var. GELİŞMİŞ ÜLKELERİN demokrasi standardının çok yüksek olması her halde tesadüf değil. Veya tersinden söylemek gerekirse, demokrasi standardı yüksek olan ülkelerin gelişmiş olması tesadüf değil.
Biliyorsunuz, demokrasinin olmazsa olmazlarından birisi de kuvvetler ayrılığı prensibidir. Yani yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız olması gereklidir. Yeni anayasa taslağında –basından takip ettiğimiz kadarıyla– örneğin Anayasa Mahkemesi üyelerinin 12’sinin cumhurbaşkanı tarafından atanacağı öngörülmektedir. Yürütmenin başı olan cumhurbaşkanının aynı zamanda parti başkanı olarak kalabileceği de gözönünde bulundurulduğunda kuvvetlerin ayrılığından söz edilemez. Diğer 3 üyenin cumhurbaşkanının başında olduğu siyasi partinin çoğunluğu oluşturduğu meclisin seçmesi işin tuzu biberi. Bu şekilde kuvvetler ayrılığı değil, birliği sağlanır!
Bu seçim daha demokratik kurallara bağlanamaz mıydı? Pekala mümkündü. Örneğin, Almanya’da meclis seçiyor. Ama siyasi partilerin belli bir kural çerçevesinde gösterdiği adaylar, meclis milletvekili sayısının 2/3’sini almak zorundadır. Böylece aday gösteren siyasi parti, diğer partilerin seçebileceği adaylar göstermek durumunda kalırlar. Sol Parti’nin gösterdiği bir aday bir keresinde seçilmemiş, Sol Parti de adayını değiştirmek zorunda kalmıştı.
Bunların hepsinden daha önemlisi şahısların dünyaya nasıl baktığıdır. Demokrat bir insanın en baskıcı bir anayasadan demokratik bir yönetim çıkarabileceği gibi, antidemokratik yapıya sahip bir insanın en demokratik anayasadan baskıcı bir rejim oluşturması mümkündür. Yetişmiş olduğu çevreden bildiğimiz, tanıdığımız Sayın Erdoğan’ın pek de demokrat olmadığı bilinen bir şey. Yani ciğeri kediye teslim etmek istiyormuşuz.
Bu konuda AKP’liler yalnız değil. Türkiye’de başka siyasi partilerde de demokrasiden nasibini almamış siyasetçiler mevcuttur.
Hukuk bağlamındaki örnekleri çoğaltmak mümkün. Bunları kamuoyu zaten biliyor. Tekrara gerek yok.
Malum şahıs ve taraftarlarının laiklik ile ilgili düşünceleri bilinmektedir ve burada yer vermeye gerek yok diye düşünüyorum.
Kendi çevremdeki AKP seçmenlerinden birisinin bana söyledikleri burada çok belirleyicidir. “Ben oyumu Tayyip’e verdim. İster asar ister keser!“ AKP seçmeninin büyük kesiminin demokrasi talebi olmadığına inanıyorum. Hukuk devleti istemi hakeza... Son günlerde yaşadığımız kişinin kendi hukukunu kendi yaratması gibi toplumsal olaylar bu iddialarımın teyididir.
MİLLİ DEVLET
Siz belki muhatap olmuyorsunuz. Ama bizler ortalığı tutmuş softa siyasi ümmetçilerle her an münakaşa halindeyiz. Onların derdi şu: Atatürk ve onun kurmuş olduğu cumhuriyet ve Türk milliyetçiliği. 1920’lerden beri rövanşist duygularla bıçak bileterek bekliyorlar. Ellerine Sayın Erdoğan’la bir fırsat geçmiştir. Bu fırsatı değerlendirmek ve Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin sona erdirmek istemektedirler.
Sayın Erdoğan, tanıdığımız bildiğimiz birisi. Her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına alma retoriği yeni değil. Yetiştiği atmosferi biliyoruz. Kırk yıllık Kâni hiç olur mu Yani! Cumhuriyete ne denli mesafeli oldukları bilinmeyen bir şey değil. 90’lı ve 2000’li yıllarda söylediklerini okumak yeterli.
Hâlâ tek bayrak, tek millet, tek devlet, tek vatan derler; ancak tek dil kelimesini ağzına almazlar. Milletle kastettikleri zaten ümmet. “Türk” kelimesinden şeytan görmüş gibi kaçan insanlar bunlar.
Toplum içindeki siyasi ümmetçi oranı %5 civarında olmasına rağmen, toplumun yarısını peşlerine takmayı becerdiler. Bunun için her renge girmeyi başardılar. Devşirdikleri değişik siyasi yörüngelerden kanaat önderleriyle toplum içinde kök salmayı becerdiler. Hep başarı endeksli oldular. Fetullah Gülen dahil, herkesi kullandılar. Kullanacakları yeni yeni kitleler peşindeler.
Bugüne kadar kaneviçe işler gibi nokta nokta başarı elde ederek bir BÜTÜNE doğru yol almaktadırlar. O BÜTÜN ise rejim değişikliğidir. Erdoğan, eline geçen fırsatı kaçırmaz, varacak olduğu hedef için kullanır. Fırsatı kullanırken gerdirir, ancak koparmaz. Kullanılan her fırsatta elde edilen başarı, başarıyla sonuçlandırılacak bir çok etaptan sadece birisidir. Bugüne kadar başarıyla neticelendirdikleri etaplardan en önemlileri orduda tehlike olarak gördüğü ekibi tasfiye etmesi, daha sonra da bu tasfiyede kullandığı ekibi tasfiye etmesidir.
Türkiye’de yeni bir anayasa hazırlanmaktadır. Hazırlanma sebebi ise “fiili durumun yasal bir çerçeveye oturtulması“ olarak açıklanmaktadır. Teşbihte hata olmaz; bu durum, tecavüz ettiği kızla evlenen tecavüzcünün cezadan kurtulmasına benzer bir durumdur. Ve kabul edilemez.
Mevcut anayasa ihlal edilmektedir. Anayasayı ihlal eden bir anlayışın devlete tek başına hakim olmasını sağlamak akıl kârı değildir.
Yaşadığımız günler 15 yıl kadar süren Alman Weimar Cumhuriyeti’nde yaşananlara çok benzemektedir. Allah onların kaderi gibi bir kaderden bizi korusun.
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
Bir ülkücü olarak bu anayasa değişikliği sürecinde üzerine kafa yormamız gereken noktalardan birisi de temeline gençliğimi gömdüğüm MHP’dir. Önce ülkem, sonra partim, sonra ben anlayışı bana göre doğru değildir. Ben, milli devletin varlığının MHP’nin varlığıyla güvence altına alınabileceğine inanmaktayım. MHP’nin mecliste bulunması, AKP’nin uygulamaya koymaya çalıştığı pek çok melaneti engellemiştir. Dolayısıyla ben ve partim ikinci, üçüncü planda değil, ülkem gibi aynı ölçüde birinci planda tutulmalıdır. Burada sözü edilen “BEN“, kendine çıkar sağlayan değil, kendini ülkesine adayandır. Aynı 12 Eylül öncesi aldığımız ülkücü terbiyenin gerektirdiği gibi…
Yeni anayasa ile –şu an yasal bir düzenleme henüz olmasa da– iki partili bir sistem hedeflenmektedir. AKP’nin prof. ünvanlı bir mensubunun açık açık söylediği gibi MHP gelecekte mecliste olmayacak. Nasıl mı? Şöyle:
Nasıl 12 Eylül Anayasasının nerdeyse bütün maddeleri değiştirildiyse, aynı şekilde –eğer kabul edilip uygulamaya geçerse– bu anayasanın da siyasi ümmetçilerin hoşuna gitmeyen maddeleri ve diğer ilgili yasalar, her yeterli çoğunluk garanti görüldüğünde etap etap değiştirilecektir. Dar bölge seçim sistemi şu anki yapısıyla MHP’nin sonunu getirecektir.
Ve biz ülkücülere –bir eski başkanın dediği gibi– başkanlık ve ona uygun seçim sistemi hayata geçerse üç yol kalacaktır: Birincisi, siyasî parti yoluyla sonuç alma şansı kalmayacağına göre, iktidar partileri içerisinde mücadele vermek... İkincisi, dernekçilik veya strateji kuruluşları vs. gibi araçlarla iktidarlar üzerinde lobicilik yapmak... Üçüncüsü, kahvehanelerde okeye dördüncü aramak!..
Türkiye şu an, başkanlık tartışmasının hiç yapılmaması gereken bir dönemden geçiyor. Hele şu başımızdaki belaları bir def edelim, insanların kalitesini bir görelim, ondan sonra karar verelim. İnsan kalitesi, kişinin zor dönemlerde verdiği sınavla ortaya çıkar.
Sizinle hiç tanışmamış olsak da, aramızda bir ülkücü hukuku olduğuna inanıyorum. Birbirimiz üzerinde bu hukuktan doğan karşılıklı haklar vardır. Bu anayasaya evet oyu MHP için siyasi ötenazi olacaktır. Bu anayasa sizlerin oyuyla meclisten geçer, halkoyuyla uygulamaya girer ve yukarıdaki endişelerim gerçek olursa, o sözünü ettiğim hakkımı size helal etmeyeceğim.
Selam ve dua ile…
Dr. Miktat ŞEN
Almanya