HOŞ GELDİNİZ

Siyasetçi doğru olanı değil , uygun olanı söyler.

5 Ocak 2017 Perşembe

Arkadaşım Miktat Şen 'in mhp milletvekillerine açık mektubu



DOSTLAR, YENİ ANAYASA TEKLİFİ YAKINDA MECLİSE GELECEK. ELİMİZ KOLUMUZ BAĞLI OTURMAYALIM. TANIDIKLARIMIZ VARSA ONLARLA GÖRÜŞELİM, MEKTUPLAR YAZALIM. BEN DE AŞAĞIDAKİ MEKTUBU KALEME ALIP VEKİLLERİMİZE GÖNDERDİM.
Sayın Vekilim,
değerli Ülküdaşım,
12 Eylül öncesi Ülkücü Hareket’in içerisinde bir İTÜ öğrencisi olarak mücadelesini veren, bu mücadele çerçevesinde şehadet hariç, bir ülkücünün başına ne geldiyse hepsini yaşayan, tahliye olduktan sonra 12 Eylül’e az bir süre kala yarım kalan öğrenimini tamamlamak için yurt dışına çıkmak zorunda kalan, o tarihten beri Almanya’da ülkücü teşkilatlarda başkanlık dahil değişik kademelerinde görev alan ve halen “project management“ ve “quality management“ alanlarında öğretim görevlisi olarak çalışan bir ülkücüyüm. Bu sıfatları komplekslerimden dolayı “ben buyum“ manasında yazmıyorum. Sadece bir tespit. Biliyorum ki, aynı sıfatları taşıyan binlerce ülküdaşım mevcut.
Bugüne kadar edindiğim tecrübeler ve omuz omuza mücedele verirken şehit olan ülküdaşlarımın bana yüklediği manevi yükümlülük bu mektubu yazmamı bir görev haline getirmiştir.
Türkiye, yeni bir anayasa tartışması sürecinden geçmektedir. Söz konusu anayasa taslağı şu an itibariyle anayasa komisyonunda görüşülmekte, komisyonda kabul edilmesi halinde, -ki kabul edileceğine kesin gözle bakılıyor, mecliste oylamaya sunulacaktır.
Verecek olduğunuz oyların ehemmiyeti büyüktür. Eğer süreç sonunda yeni anayasa kabul edilirse, Atatürk ve silah arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet, yerini yeni bir devlete bırakacaktır. Bir ülküdaşınız olarak konuyla ilgili düşüncelerimi size de sunmak istedim. Konuyu üç başlık altında; yani demokrasi, milli devlet ve MHP’nin geleceği olarak irdelemek istiyorum.
DEMOKRASİ
Bizzat kendi yaşadığım süreçtir. Almanya'ya geldiğimde 23 yaşımdaydım. Demokrasi konusunda garip düşüncelerim vardı ve meseleyi sadece bir seçim meselesi olarak görüyordum. Hür seçimlerin olması demokrasi için yeterlidir diye düşünürdüm. Gösteriler, hak arama, birlkte şekillendirme, ortak akıl, azınlıkta kalan farklı düşünenlerin hukuku, muhalefet... vs. konusunda kafamda sadece olgunlaşmamış flu bir şeyler mevcuttu.
Üzülerek söylemek zorundayım ki, demokrasinin ne olduğunu içinde yaşadığım ülkede gördüm. Gözümün açılmasında AKP'nin uygulamalarının da büyük payı var. GELİŞMİŞ ÜLKELERİN demokrasi standardının çok yüksek olması her halde tesadüf değil. Veya tersinden söylemek gerekirse, demokrasi standardı yüksek olan ülkelerin gelişmiş olması tesadüf değil.
Biliyorsunuz, demokrasinin olmazsa olmazlarından birisi de kuvvetler ayrılığı prensibidir. Yani yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız olması gereklidir. Yeni anayasa taslağında –basından takip ettiğimiz kadarıyla– örneğin Anayasa Mahkemesi üyelerinin 12’sinin cumhurbaşkanı tarafından atanacağı öngörülmektedir. Yürütmenin başı olan cumhurbaşkanının aynı zamanda parti başkanı olarak kalabileceği de gözönünde bulundurulduğunda kuvvetlerin ayrılığından söz edilemez. Diğer 3 üyenin cumhurbaşkanının başında olduğu siyasi partinin çoğunluğu oluşturduğu meclisin seçmesi işin tuzu biberi. Bu şekilde kuvvetler ayrılığı değil, birliği sağlanır!
Bu seçim daha demokratik kurallara bağlanamaz mıydı? Pekala mümkündü. Örneğin, Almanya’da meclis seçiyor. Ama siyasi partilerin belli bir kural çerçevesinde gösterdiği adaylar, meclis milletvekili sayısının 2/3’sini almak zorundadır. Böylece aday gösteren siyasi parti, diğer partilerin seçebileceği adaylar göstermek durumunda kalırlar. Sol Parti’nin gösterdiği bir aday bir keresinde seçilmemiş, Sol Parti de adayını değiştirmek zorunda kalmıştı.
Bunların hepsinden daha önemlisi şahısların dünyaya nasıl baktığıdır. Demokrat bir insanın en baskıcı bir anayasadan demokratik bir yönetim çıkarabileceği gibi, antidemokratik yapıya sahip bir insanın en demokratik anayasadan baskıcı bir rejim oluşturması mümkündür. Yetişmiş olduğu çevreden bildiğimiz, tanıdığımız Sayın Erdoğan’ın pek de demokrat olmadığı bilinen bir şey. Yani ciğeri kediye teslim etmek istiyormuşuz.
Bu konuda AKP’liler yalnız değil. Türkiye’de başka siyasi partilerde de demokrasiden nasibini almamış siyasetçiler mevcuttur.
Hukuk bağlamındaki örnekleri çoğaltmak mümkün. Bunları kamuoyu zaten biliyor. Tekrara gerek yok.
Malum şahıs ve taraftarlarının laiklik ile ilgili düşünceleri bilinmektedir ve burada yer vermeye gerek yok diye düşünüyorum.
Kendi çevremdeki AKP seçmenlerinden birisinin bana söyledikleri burada çok belirleyicidir. “Ben oyumu Tayyip’e verdim. İster asar ister keser!“ AKP seçmeninin büyük kesiminin demokrasi talebi olmadığına inanıyorum. Hukuk devleti istemi hakeza... Son günlerde yaşadığımız kişinin kendi hukukunu kendi yaratması gibi toplumsal olaylar bu iddialarımın teyididir.
MİLLİ DEVLET
Siz belki muhatap olmuyorsunuz. Ama bizler ortalığı tutmuş softa siyasi ümmetçilerle her an münakaşa halindeyiz. Onların derdi şu: Atatürk ve onun kurmuş olduğu cumhuriyet ve Türk milliyetçiliği. 1920’lerden beri rövanşist duygularla bıçak bileterek bekliyorlar. Ellerine Sayın Erdoğan’la bir fırsat geçmiştir. Bu fırsatı değerlendirmek ve Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin sona erdirmek istemektedirler.
Sayın Erdoğan, tanıdığımız bildiğimiz birisi. Her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına alma retoriği yeni değil. Yetiştiği atmosferi biliyoruz. Kırk yıllık Kâni hiç olur mu Yani! Cumhuriyete ne denli mesafeli oldukları bilinmeyen bir şey değil. 90’lı ve 2000’li yıllarda söylediklerini okumak yeterli.
Hâlâ tek bayrak, tek millet, tek devlet, tek vatan derler; ancak tek dil kelimesini ağzına almazlar. Milletle kastettikleri zaten ümmet. “Türk” kelimesinden şeytan görmüş gibi kaçan insanlar bunlar.
Toplum içindeki siyasi ümmetçi oranı %5 civarında olmasına rağmen, toplumun yarısını peşlerine takmayı becerdiler. Bunun için her renge girmeyi başardılar. Devşirdikleri değişik siyasi yörüngelerden kanaat önderleriyle toplum içinde kök salmayı becerdiler. Hep başarı endeksli oldular. Fetullah Gülen dahil, herkesi kullandılar. Kullanacakları yeni yeni kitleler peşindeler.
Bugüne kadar kaneviçe işler gibi nokta nokta başarı elde ederek bir BÜTÜNE doğru yol almaktadırlar. O BÜTÜN ise rejim değişikliğidir. Erdoğan, eline geçen fırsatı kaçırmaz, varacak olduğu hedef için kullanır. Fırsatı kullanırken gerdirir, ancak koparmaz. Kullanılan her fırsatta elde edilen başarı, başarıyla sonuçlandırılacak bir çok etaptan sadece birisidir. Bugüne kadar başarıyla neticelendirdikleri etaplardan en önemlileri orduda tehlike olarak gördüğü ekibi tasfiye etmesi, daha sonra da bu tasfiyede kullandığı ekibi tasfiye etmesidir.
Türkiye’de yeni bir anayasa hazırlanmaktadır. Hazırlanma sebebi ise “fiili durumun yasal bir çerçeveye oturtulması“ olarak açıklanmaktadır. Teşbihte hata olmaz; bu durum, tecavüz ettiği kızla evlenen tecavüzcünün cezadan kurtulmasına benzer bir durumdur. Ve kabul edilemez.
Mevcut anayasa ihlal edilmektedir. Anayasayı ihlal eden bir anlayışın devlete tek başına hakim olmasını sağlamak akıl kârı değildir.
Yaşadığımız günler 15 yıl kadar süren Alman Weimar Cumhuriyeti’nde yaşananlara çok benzemektedir. Allah onların kaderi gibi bir kaderden bizi korusun.
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
Bir ülkücü olarak bu anayasa değişikliği sürecinde üzerine kafa yormamız gereken noktalardan birisi de temeline gençliğimi gömdüğüm MHP’dir. Önce ülkem, sonra partim, sonra ben anlayışı bana göre doğru değildir. Ben, milli devletin varlığının MHP’nin varlığıyla güvence altına alınabileceğine inanmaktayım. MHP’nin mecliste bulunması, AKP’nin uygulamaya koymaya çalıştığı pek çok melaneti engellemiştir. Dolayısıyla ben ve partim ikinci, üçüncü planda değil, ülkem gibi aynı ölçüde birinci planda tutulmalıdır. Burada sözü edilen “BEN“, kendine çıkar sağlayan değil, kendini ülkesine adayandır. Aynı 12 Eylül öncesi aldığımız ülkücü terbiyenin gerektirdiği gibi…
Yeni anayasa ile –şu an yasal bir düzenleme henüz olmasa da– iki partili bir sistem hedeflenmektedir. AKP’nin prof. ünvanlı bir mensubunun açık açık söylediği gibi MHP gelecekte mecliste olmayacak. Nasıl mı? Şöyle:
Nasıl 12 Eylül Anayasasının nerdeyse bütün maddeleri değiştirildiyse, aynı şekilde –eğer kabul edilip uygulamaya geçerse– bu anayasanın da siyasi ümmetçilerin hoşuna gitmeyen maddeleri ve diğer ilgili yasalar, her yeterli çoğunluk garanti görüldüğünde etap etap değiştirilecektir. Dar bölge seçim sistemi şu anki yapısıyla MHP’nin sonunu getirecektir.
Ve biz ülkücülere –bir eski başkanın dediği gibi– başkanlık ve ona uygun seçim sistemi hayata geçerse üç yol kalacaktır: Birincisi, siyasî parti yoluyla sonuç alma şansı kalmayacağına göre, iktidar partileri içerisinde mücadele vermek... İkincisi, dernekçilik veya strateji kuruluşları vs. gibi araçlarla iktidarlar üzerinde lobicilik yapmak... Üçüncüsü, kahvehanelerde okeye dördüncü aramak!..
Türkiye şu an, başkanlık tartışmasının hiç yapılmaması gereken bir dönemden geçiyor. Hele şu başımızdaki belaları bir def edelim, insanların kalitesini bir görelim, ondan sonra karar verelim. İnsan kalitesi, kişinin zor dönemlerde verdiği sınavla ortaya çıkar.
Sizinle hiç tanışmamış olsak da, aramızda bir ülkücü hukuku olduğuna inanıyorum. Birbirimiz üzerinde bu hukuktan doğan karşılıklı haklar vardır. Bu anayasaya evet oyu MHP için siyasi ötenazi olacaktır. Bu anayasa sizlerin oyuyla meclisten geçer, halkoyuyla uygulamaya girer ve yukarıdaki endişelerim gerçek olursa, o sözünü ettiğim hakkımı size helal etmeyeceğim.
Selam ve dua ile…
Dr. Miktat ŞEN
Almanya

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder