HOŞ GELDİNİZ

Siyasetçi doğru olanı değil , uygun olanı söyler.

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Rahmetli Ö.Lütfi Mete'den seçime ithafen

Ömer Lütfi METE / 16 .01.2006 / SABAH

Sandıkta halk iğfali

Bir toplumu veya bir meslek camiasını hepten yozlaştırmak istiyorsanız, kültür altyapısı itibariyle hiçbir birikim aramadan ve yaratmadan seçim hakkı verin ve ' demokrasi bundan ibarettir' deyin yeter! Bugünkü futbolu yönetme yarışında pek çok simaya yapışan sırıtkan pişkinliği izlerken demokratik maskenin altındaki çürümüşlüğün çukurlarını görüyoruz.
En çok da ' futbol sayfaları' bunu gözümüze sokuyor. Televizyon ve radyolardan çok yazılı basına bulaşan sahte demokrasi kepazeliği özellikle hükümetin kime ' destur' verdiği yolundaki haber (!) satırlarından salyasümük akıyor.
Elinde bir kitle iletişim aracı varsa ' herkes bunu istiyor' deyip futbola gazeteci şikesini sokuver gitsin! Nasrettin Hoca ' dünyanın merkezi merkebimin bastığı yerdir' demiş ya; sen de ' inanmıyorsan git herkese sor' dersin! Tam da bunun gibi, ' başbakan filanca kişi ile şu saatte görüştü, böylece feşmekan kişinin önü açıldı' diye haber (!) yap, oh, ne ala!
Kim gidip ' Sahi, siz Ali ile görüşerek Veli'ye destur mu verdiniz?' diye soracak? Sayfanda fanatik kulüp bağımlılığının derin şartlarını nasıl gözetmekteysen, federasyon seçiminde de aldığın emrin gereğini yerine getiriyor ve daha sandığa girmeden feşmekan kişinin zaferini ilan ediyorsun! Bu durumda senin ödülün de garanti! Herhangi bir yarışmaya girmeden efendin -patronun değil- gerekli armağanı verecektir!




Peki ama Başbakan neden böyle bir hengamede federasyon için kol sıvayan adayların birçoğunun ' hık deyicileri' ile özel toplantı yapar? Sırf tarafsız olduğunu, vallahi de, billahi de bu işe karışmadığını söylemek için mi? Ortada filan veya feşmekan kişiler lehine estirilen ' hükümetten icazetli' söylentilerinin kökünü kazımak için mi? Eğri oturup doğru düşünmeye çalışalım: Bugün Demirel gibi futbola kayıtsız bir başbakan da olsaydı hükümet federasyon sandığına eğilirdi. Ya Erdoğan gibi futbol geçmişi olan bir başbakanın bu yarışa ilgisiz kalmasını beklemek saçmalık değil midir? Mesele, siyasi ilginin ne ölçüde kalacağı ve ' müdahil olma' halinin ne kadar demokratik (!) nezaket çerçevesinde gerçekleşeceğindedir.
- Batı'da başbakanlar futbol federasyonlarına burunlarını sokarlar mı?
Sap ile samanı karıştırmayalım. Oralar, şike suçunun vicdani kanaatle cezalandırıldığı, buralar ise kanıtlanmış maç satışının affedildiği diyarlardır... Oralar bir gazetecinin sayfasına sinsice yandaşlık akıtmadığı, buralar ise böyle bir taraf tutuşun marifet sayıldığı yerlerdir. Bununla birlikte ' futbol yalnızca futbol olmadığı için' oralarda da meşin topun idare mekanizması büsbütün özerk değildir. En azından siyaseti güden sermaye, futbolu yönetecek olanların belirlenmesinde etkindir. Oralarda siyaset veya sermayenin parmağı bağırarak devreye girmez, işi kitabına ve demokratik görüntüye uygun şekilde yürütür.
Aradaki bu fark elbette siyah ile beyaz zıtlığı yansıtmaz. Oradaki de görece demokratiktir, buradaki de. Oradaki parlamenter de görece halkı temsil eder, buradaki de. Fark, oradakinin kitaptaki demokrasi tarifine biraz daha fazla benzemesidir. Bu farkı yaratan en önemli etkenlerden biri de gazeteci farkıdır.
Şüphesiz oradaki gazetecinin de duyguları vardır. Kendi ülkelerinin milli dinamiklerince yönlendirildikleri durumlar da çoktur. Ancak mesleklerine saygıları, en azından kafa ve yüreklerindeki ilk beş değer arasında yer alır.
Bizim futbol piyasamıza baktığımızda, 'böyle başa böyle tıraş' değil, 'böyle sportmen (!) basına böyle çürüten sandık' demek durumundayız.
Esasen 60 yıldan beri geviş getirerek aynı demokrasi bulamacını tüketiyoruz.
Hala, sandığı sihirli değnek sandığımız 1946 yılındayız... O zamandan bugüne iki buçuk anayasa daha yaptık ama değişmeyen tek ' baba yasa' var:
- Seçim yapılıyorsa tamamdır, demokrasinin öteki şartları aranmaz!

İnanmayan o günkü ve bugünkü partilere baksın; hepsi de birer siyasi aşiret! Milyonlar da sandığa tıkılıp birkaç kişi tarafından sırayla böyle iğfal edilir zaten.

Ömer Lütfi METE / 16 .01.2006 / SABAH

19 Mayıs 2015 Salı

Seçime giderken , siyaset ve siyasetçi


Mahir KAYNAK 14.02.2006 Siyaset sörf müdür?



Mahir KAYNAK


Siyaset sörf müdür?


Sörf yapan biri, kendi iradesi dışında oluşan dalgalar üzerinde, dengede kalmaya çalışır. Üzerinde bulunduğu denizin nasıl olacağına kendisi karar veremez. Onun işi var olanı değiştirmek değil onun gereklerine göre davranmaktır.

Siyaset de benzer şeklide algılanır. Siyasetçiler yönettikleri toplumun davranışını değiştirmezler. Yapacakları şey bu davranışlara uygun politikalar üretmektir. İnsanların dinci, milliyetçi, solcu, sağcı olmaları siyasetçinin kontrolü dışındadır. Onun görevi var olanı en uygun biçimde yönetmektir.

Siyasetçilerin kaderi de sörfçülere benzer. Acemisi en küçük bir dalgada devrilir usta olan beklenmedik bir değişikliğe kadar dengede kalabilir. Ama belirleyici olan denizdir.

Oysa gerçek siyaset, ya da üst düzey siyaset farklıdır ve bunu yapan siyasetçiler denizin nasıl olacağını da belirler. İnsanların davranışlarını kendi iradeleriyle belirlediklerini düşünmeleri boş bir kuruntudur. Bir dönem camiler bir avuç cemaat toplayabilirken kısa sürede saf tutacak yer kalmayabilir. Toplumda bir tohum halinde var olan milliyetçilik bir anda ayrık otu gibi her yeri kaplar. Uğruna canlarını vermeye hazır oldukları düşüncelerin kendilerine ait olmadığını, bazı odakların oluşturduğu siyasetlerin bir aracı olduklarını düşünmezler bile.

Birileri İslam’ın bir barış dini olduğunu söylese ve insanlara kastetmenin büyük bir günah olduğunu haykırsa bile, başkaları aynı inanç uğruna benzersiz bir kıyıcılığı sergileyebilir. Aynı amaca ulaşmak için birbirine tamamen zıt, diğerini toptan dışlayan davranışları meşru hale getiren insanın kendisi midir yoksa onu bu yola iten daha üstün bir irade var mıdır?

Böyle bir irade vardır ve gerçek siyasetçiler bunlardır. Bunlar sörf yapacakları denizin dalgalarını kendileri oluşturur ve sizi de bunun üzerinde hünerlerinizi göstermeye çağırırlar. En keyifli anınızda birden rüzgarın yön değiştirdiğini, altınızın oyulduğu fark ettiğinizde iş işten geçmiştir. Devrilirsiniz ve eğer şansınız varsa boğulmazsınız ama dağılmış olarak sahneyi terk edersiniz.

Türkiye’de tüm siyasetçiler ya da siyaseti etkilediğini sananlar başkalarının oluşturduğu dalgalar üzerinde sörf yaptılar ve hepsi de denize boyun eğip devrildiler. Siyasetçiler ya bedel ödediler ya da hiçbir anlamları olmadığını derinden hissetmeleri için bir kenara atıldılar. Bir döneme damgasını vuran bürokratlar ihtiyar gevezelere dönüştü, zenginliklerini güç sayanlar beş parasız bırakıldı. Toplumu yönlendirdiği düşünen yazarlar çareyi magazinde buldular.

Alt düzey siyaset, yani başkalarının oluşturduğu dalgalar üzerinde sörf yapmak bazen bir kaderdir. Yaşadığınız ülke, herhangi bir özelliğiyle, üst siyaset yapmaya imkan vermez. Böyle bir durumda tek yapabileceğiniz şey ya siyasetin dışına çıkmak ya da sadece düşünce üretmekle yetinmek olabilir. Ama eğer hem ülkeniz üst siyaset üretmek için, belli bir düzeyde de olsa, elverişli iken kendinizi denizin insafına bırakmak, üstelik en acemi sörfçülere bile yakışmayacak ölçüde beceriksizlik sergilemek , bize has bir özellik olarak görünüyor. Başkalarının yarattığı Yeşil Kuşak projesi çoğumuzu dindar hale getiriyor, milliyetçi olduğumuz zaman bunun hangi uluslar arası projeye hizmet ettiğini sorgulamıyoruz . Ülkemize oluk gibi para akarken eniştemizin bizi iyi niyetle öptüğünü düşünüyoruz.

Siyasetin tanrısal bir uğraş olduğu doğrudur ama onu sıradan bir insanın düzeyinin altına indirdiğimiz halde kutsallık atfetmek anlamsızdır. Şu sıralarda ülkemizde üretilen politikalar hiç keyif vermiyor ve dünyayı izleyerek siyasetin ne kadar heyecan verici bir iş olduğunu hissedebiliyorum.

Usta sörfçülerin bile denizin kenarında ayaklarını suya sokarak zaman öldürmelerine şaşırmıyorum. Hem denizi hissediyorlar hem de dalgaları oluşturanların kaprislerine boyun eğmekten kurtuluyorlar.

14.02.2006