HOŞ GELDİNİZ

Siyasetçi doğru olanı değil , uygun olanı söyler.

26 Şubat 2011 Cumartesi

Akdeniz bir Türk gölüydü

Barbaros Hayrettin Paşa kuzey afrikayı fethederek Akdeniz'i bir Türk gölü yapmıştı. Ta ki petrolün değeri anlaşılıp , Osmanlıyı parçalamak için birinci dünya harbi başlatılana kadar .
Dünyada iki büyük taksimat yaşanmıştır. Biri birinci , diğeri ikinci dünya harbinden sonra. Şavaşların galipleri dünyayı kendi zevk ve menfaatlerine göre yeniden şekillendirmişlerdir. Birinci dünya harbi sonrasında da galipler başta ingiltere , sonra fransa , italya olmak üzere osmanlı topraklarını paylaşmışlar , oralarda geometrik şekillere benzer sınırlar çizip , yönetebilecekleri ve bağlı kukla devletler kurmuşlardır. Bu devletler , devlet yapısı ve sistemi olmayan ekonomisi olmayan veya sadece petrole bağlı , monarşik yapılardı. İstendiği anda da değiştirilebilirdi. Bu taksimatta amerika yoktu.Bölgede amerika yanlısı devletler de yok denecek kadar azdı. Belki de amerikanın israili yaratması bu sebeptendi. Sadece sonradan elde ettiği Mısır ve suudi arabistan sayılabilirdi. Tunus'tan iran'a kadar olan alanda özellikle fransız ve ingiliz etkinliği vardı.
Amerika ikinci dünya harbinden sonra dünyayı istediği gibi şekillendirsede bu bölge savaş alanı olmadığından müdahalede bulunamadı. Bugün yaşanan gelişmeleri bölgedeki amerika devrimi olarak görebiliriz. Hedef Akdeniz'i bir amerikan gölü yapmak , cebelitarık - akdeniz - süveyş - kızıldeniz petrol yolunu ele geçirmek , bu çatışmaları irana kadar götürmek olabilir. Stratejik iki hedef ; birincisi petrol yolunu tutarak avrupanın enerji tedarikini elinde tutmak , ikincisi çin'in afrikaya girişine set çekmek , aynı zamanda çin 'in uç kalesi iranı çökertmek.
İlginç olan , daha Tunus'ta çatışmalar başlarken medyanın koro halinde , domino taşları gibi çatışmaların yayılacağını ilan etmesiydi. Medya kahinleri bile geçmişti. Medya ileriyi mi görüyordu , yoksa olması istenenleri mi empoze ediyordu ?
Medya haklı çıktı ! ve çatışmalar yayılıyor. İngilterenin yıllarca amerikaya kafa tutturduğu kaddafi zor günler yaşıyor. Fransa kontrolundeki fas , cezayir , tunus derken suriye ve iran da bu işe dahil olabilir.
Netice olarak aktör ülkelerin hakimiyet savaşıdır. Acaba rusya aktör değil midir ? ki adı duyulmuyor ? yoksa rusyanın bölgedeki vekili amerika mıdır ?

m.sedat saygılı

İkimiz de kullanıldık. Kimi kitleler 30 sene sonra, kimi insanlar 5 sene sonra kullanıldığını anlıyor. Adı memleket kurtarmak.

Sincan’da tankların yürütülmesine gerekçe yapılan Kudüs Gecesi için “üzüntüleri bulunduğunu” anlatan eski Belediye Başkanı Yıldız, o çadırı kuranların daha sonra Hizbullah’ın mezarevi olduğu ortaya çıkan bir adresi kullandığını söyledi

YAKUP BULUT ANKARA

Şubat sürecinde Sincan’da tankların yürütülmesine gerekçe yapılan Kudüs Gecesi’ni düzenleyen eski Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, 28 Şubat sürecinde hem kendilerinin hem de Vural savaş gibi insanların kullanıldığını söyledi. 28 Şubat’ın yıldönümünde, tam 14 yıl önce belediye adına Sincan’da Mescid-i Aksa figürlü çadırları kuranların Hizbullah’la aynı adreste ikamet ettiğini açıklayan Yıldız, o dönem yaptıklarının yanlış olduğunu da anlattı. İşte Yıldız’ın 14 yıl sonra o günkü olanlarla ilgili sözleri:

ÇADIRI HİZBULLAHÇILAR KURDU

Buradaki tezgahta ciddi şüphem var. 30 Ocak 1997 tarihli Kudüs Gecesi programından 1 yıl önce toplu sünnet programı yaptık. Mescid-i Aksa figürlü çadırı hazırlayan 2 doktoru burada tanıdım. Sünnet programından sonra gece bu doktorları Sincan’dan evlerine götüren arkadaş anlattı. Yağmurlu bir gece arkadaşın ‘yağmurda ıslanmayın evin önüne bırakalım’ ısrarına rağmen evlerine daha uzak bir yerde ‘burada inelim’ diyorlar. Daha sonra Etimesgut’ta bu iki doktorun indiği adresin Hizbullah’ın mezar evi olduğu ortaya çıktı.

O GECE NEDENİYLE ÜZÜNTÜM VAR

Kudüs Gecesi ile ilgili üzüntüm var. Kudüs gecesi bizim için iyi niyetle yapılmış bir şey ve içinde de yanlış bir şey yok. ‘Tiyatro hataydı’ gibi bir cümle kuramam ama Kudüs Gecesi’ndeki bazı içeriklerin o konjonktürde yapılması hatadır. Gerginliğin başladığı bir ortamda istemeden de olsa böyle birşeye fırsat vermenin üzerimde vermiş olduğu sıkıntı var. Pişmanlık diyemem ama bunlardan dolayı üzüntüm var.

ALKIŞLAYANLAR HEMEN ÇARKETTİ

Kudüs Gecesi’nin ertesi sabahında dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan arayarak “sıkıntılı bir sürece girilecek” diye bana kızdı. Belediye Başkanı olarak açığa alındığımda partidekiler sürekli “hukuk işliyor” dediler. Hukuk ne işleyecek, desenize hukuksuzluk işliyor. Kudüs Gecesi yaptığımız gece, bizi o salonda ‘Allah razı olsun, böyle gecelerin sayısı artmalı’ diye alkışlayan kişiler bir müddet sonra ‘Ben bu iş başımızı ağrıtır demiştim’ demeye başladı. Bu iş midir?

VURAL SAVAŞ’A DA SÖYLEDİM

28 Şubat’ta kullanıldık. Kullanıldığımızı 2000 yılında olaydan 3 yıl sonra anladım. İlk defa canlı yayında dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş’a ‘ben de kullanıldım, sen de kullanıldın’ dedim. O kabul etmedi ama ben ifade ettim. Bir şekilde ben bir belediye başkanıyım, gencim, gözüm hiçbir şey görmüyor. Adam beni seçiyor. Diyor ki, ‘bu kişi genç, heyecanlı, bildiğini okuyor, duygularıyla oynayıp yaptırırız’. Başka bir belediye başkanını seçmiyor. Öbürü de ‘gaza getiririz, aslansın’ diyor, Vural Savaş’ı seçiyor. İkimiz de kullanıldık. Kimi kitleler 30 sene sonra, kimi insanlar 5 sene sonra kullanıldığını anlıyor. Adı memleket kurtarmak.

‘Birşey yapma teslim oluyorum’

Bizi tanımayanlar medyanın Kudüs Gecesi’yle gösterdiği şekliyle tanıdı. Sıhhiye’deki hukuk bürosundan çıktık, DGM’ye gideceğiz. O sırada asansörden çıkan bir bayan beni görür görmez sanki bir canavar görmüş gibi korktu. Ellerini havaya kaldırarak ‘Bana bir şey yapma, teslim oluyorum’ dedi. Baktım kadın tir tir titriyor. İşte ilk kez orada gözlerim doldu. Orada medyanın gücünü anladım. Önemli olan sizin nasıl bir insan olduğunuz değil, nasıl yansıtıldığınız. Çok üzüldüm. Her akşam bir saat haber bülteninde veriyorlardı. Zaten 4 gün sonra da tankları yürüttüler.

Bu ilahi adalet değil ise ne?

Aradan geçen 14 yılda Türkiye’de çok şey değişti. Allah mutlak adalet sahibidir. Ben terör örgütüne yardım ve yataklıktan yargılandım. Ortada örgüt yoktu. Asker bir nöbetçi hakim var, suçsuz olduğum halde eliyle de hareket çekerek ‘Götürün şunu!’ dedi. Aradan 9 yıl geçti bu hakim Tanju Güvendiren Ergenekon’dan gözaltına alındı. Bu ilahi adalet değil de nedir? Suçlu olup olmadığınızı ben bilmem ama, benim ailem o gün ne yaşadıysa sizin aileniz bugün onu yaşıyor.”

20 Şubat 2011 Pazar

darbe özeti

Gürkan Hacır 20.02.2011 AKŞAM gazetesinde darbeleri anlatıyor. 60 dan beri 50 yıldaki 4 darbe ve 8 darbe teşebbüsünü . Bildiğimiz şeyler, ancak bu anlatış görüneni anlatma şeklinde. Gerçek anlamda darbelerin ne makastla yapıldığından bahsedilmiyor.
Şu soru önemlidir . Madem ki darbelere karşı güçler de vardır, yani karşı darbeciler vardır , bu güçler demokrasiden yana olanlarmıdır ?
60 ihtilalinde çatışan iki taraf da darbeci idi . Birlikte darbe yapmışlar fakat ayrılmak zorunda kalmışlardır. 14 ' ler kaybetmiştir ve cezalandırılmıştır.
Acaba neden ?
Sonra 12 mart'ta 9 martçılar da , 12 martçılar da darbeci idi.
12 eylülde bir taraf darbe yapmıştır , karşı çıkan olmamıştır . Yani demokrasiden yana kimse yoktu denebilir mi ?
Sonra Talat Aydemir ve Fethi Gürcan ' ın darbe teşebbüsü ve asılmaları anlatılıyor. Harp okulu 1963 yılında mezun vermiyor. Talat Aydemir'le birlikte hareket eden harbiyelilerin tamamı okuldan atıldığı için.

Bunlar uzun konular ama bazı tesbitler çok güzel

RAYLAR ESKİ VAGONLAR KULLANILAMAZ
Şimdi şöyle kendinizi bir an için bu ülkenin ve gündemin dışına çıkarın ve yaşananlara dışarıdan ve hızlandırılmış olarak bakın. Şunu göreceksiniz... Sürekli ülkeyi rayından çıkardığı söylenen politikacılar ve onu raya sokmaya çalışan askerler... Oysa rayların giderek eskidiğini vagonların ise kullanılmaz hale geldiğini gören hiç olmadı. Bir ülkenin kalkınması ve gelişmesi için bundan daha büyük bir yük düşünebiliyor musunuz? Evet Türkiye'de yaşanan gerçek bir batı tipi demokrasi değil. Şoven milliyetçiliğinin, din bezirganlığının, avantacılığın prim yaptığı tuhaf bir sistem. Demokrasi diye bize yutturulan şeyin aslında cahil bıraktırılmış halkı kandırmaktan öte bir şey olmadığını biliyorum. Ama lütfen şunu da kabul edelim. 65 yıllık demokrasi deneyiminde 4'ü gerçekleşmiş 8'i teşebbüs aşamasında kalmış 12 askeri darbe hangi ciddi ülke de yaşanır? Uganda mı? Nijer mi? Cibuti mi?


Şu tesbit çok doğru ve çok güzel : "Demokrasi diye bize yutturulan şeyin aslında cahil bıraktırılmış halkı kandırmaktan öte bir şey olmadığını biliyorum."

Sonra idamdan notlar bölümünde ilginç olanlar :

Talat Aydemir taburesini kendi tekmeledi. Son sözü 'Memleket için hayırlı olsun' oldu. Ankara Valisi Enver Kuray infazın sonucunu 'dışarıda bekleyen' meraklılara anında yetiştirdi: '5 dakika önce işi bitti. Herif hala sallanıyor' dedi. (Talihin garip cilvesine bakın. Vali Kuray'ın oğlu Sarp Kuray, bu olaydan tam 7 yıl sonra askeri bir ayaklanmanın liderliğini yaptı. Dahası Talat Aydemir'in kaderdaşı Fethi Gürcan'ın çocuklarıyla yakın arkadaş oldu. Sarp Kuray'ın 80 öncesi yönettiği sol örgütlerde Fethi Gürcan'ın çocukları da bulundular ve yaşamları boyunca Sarp Kuray'ın çizgisinden hiç ayrılmadılar.)

11 Şubat 2011 Cuma

Su testisi su yolunda kırıldı.




Gönül ferman dinlemez tamam ama, 18 aylık bebeği olan evli genç kadın da, daha o gece tanıştığı erkeğin evine koşmaz..
Bunu bana kimse kabul ettiremez. Ben mahalle baskısından da korkmam. Kafamı kesseler düşündüğümü söylerim..
Defne boşanma kararı almış mı?. Mahkemeye baş vurmuş mu?. Evini ayırmış ...mı?. Ayrı mı yaşıyor eşinden, bebeğinden..
Bilmiyorum.. O konuda satır okumadım, ne öncesinde magazin sayfalarında. Ne de ölümü sonrası haberlerde ve yorumlarda..
Yani..
Ortada çok açık, çok seçik bir “İhanet” var.. Hem de aşk aldatması bile değil. Bir gecelik macera/aldatılan bir koca ve unutulan bir bebek..
Ölmüş.. Allah rahmet eylesin..
Ama böyle bir insana, öldü diye saygı duymamı kimse benden beklemesin..
Kimse de, onu Azize ilan ederek, gençliğin önüne “Rol model” diye koymaya kalkmasın..

5 Şubat 2011 Cumartesi

Maocu partinin arkasında CIA mı vardı?

Maocu partinin arkasında CIA mı vardı?
Murat Yetkin

17/02/2002 / Radikal

Çin Komünist Partisi yanlısı siyasi partilerin 1960'larda ortaya çıkmasıyla birlikte, Amerikan gizli servislerinin
bu partilere sızıp Moskova'ya karşı kullandığı iddiaları da yayılmaya başlamıştır. Bu iddialar, kendi ülkelerinde
o zamana dek var olan sol akımları yeterince
'devrimci' bulmayan Pekin yanlılarınca hep reddedilmiş, 'komplo' olarak nitelenmiştir.
Ancak yenilerde yayınlanan bir kitap, bu iddialara bir ölçüde geçerlilik kazandıracak cinsten.
'A Spy For All Seasons-Her Devrin Casusu' adlı kitabın yazarı Duane Clarridge. Yıllarca Amerikan istihbarat örgütü CIA'da çalıştıktan sonra emekli olmuş bir istihbaratçı. Sıradan biri olmadığını az sonra anlayacaksınız, ama ben şimdilik Nikaragua'daki Kontra hareketinin fikir babası ve perde gerisindeki uygulayıcısının o olduğunu söyleyeyim.
Clarridge, meslek hayatının nispeten başlarında, 1960-64 yılları arasında Hindistan'da çalışmış.
CIA istasyon şefliğini Madras kentinden yürüttüğü döneme ilişkin olarak, anılarında ilginç bir bölüm var. Özetleyerek aktarıyorum:
Moskova ve Pekin arasında 1958 yılında, Kruşçev'in Stalin'i reddetmesi, Mao'nun da sahiplenmesi üzerine başlayan gerilim, 1962'de sınır çatışmalarına dönüşmüştür. Bundan Hindistan da payını almakta,
Çin sınırı sık sık tecavüze uğramaktadır. Moskova buna karşın kendi yörüngesindeki Hindistan Komünist Partisi (CPI) aracılığıyla, Nehru önderliğindeki Kongre Partisi hükümetini desteklemektedir. Çin'in buna yanıtı, Kalküta ağırlıklı ve Pekin yanlısı Hint Komünist Partisi Marksist/Leninist (CPIM/L) ayrışmasını kışkırtmak olur.
CIA sorumlusu Clarridge'nin görevi, bu ayrımı körükleyerek Pekin yanlısı fraksiyonun güçlenmesini, dolayısıyla Moskova'nın etkisinin zayıflamasını sağlamaktır.
Clarridge anılarında, işe güney eyaletlerinde
basılan, Pekin eğilimli bir dergiden başladığını yazıyor. Çinliyi andıran bir başka ajan aracılığıyla yayıncıyla ilişkiye geçilip, Pekin'in dergi yayınlarını ne kadar
takdir ettiği, doğru devrimci çizgiyi onların izlediği filan anlatılıyor.
İstihbarat dilinde 'false flag-sahte
bayrak' denilen bir teknikle CIA ajanları kendilerini Çin adına çalışıyor gibi tanıtıyorlar.
Merkez tarafından kıymeti bilinmekten gururu okşanan yayıncı iki haftada Pekin'den sandığı, ama aslında CIA istasyonu tarafından kaleme alınan güya devrimci bildirileri, başyazı olarak basmaya gönüllü oluyor. Clarridge, anılarında, planının dergiyi ve etrafındaki hareketi 'Sürekli olarak daha sol bir çizgiye çekmek' olduğunu ve bunu başardığını yazıyor. Bütün yaptığı ise Mao'nun ÇKP resmi yayınlarındaki konuşmalarını alıp keskinleştirmek oluyor. Sonunda güneydeki Pekin yanlısı hareket, Moskova yanlısı partinin giderek güç kaybetmesinde bir etken haline geliyor. O derece rahatsızlığa yol açıyor ki, CPI destekli hükümet 1965'te CPIM/L'nin bütün yönetimini tutuklatıp hapse attırıyor.
İçişleri Bakanı mecliste bu uygulamanın başlıca gerekçeleri arasında, haftalık derginin (aslında CIA tarafından kaleme alınan) tehlikeli devrimci yayınlarını gösteriyor.
Dört yıl merkezde Hint masasını yöneten Clarridge'ye 1968'de, sol hareketin yükseldiği bir başka yerde dış görev talimatı gelir. Anılarında, İstanbul'a geldiği gün onlar Dolmabahçe'deki bir CIA evinde öğle yemeği yerken, dışarıda solcu öğrencilerin 6'ncı Filo'yu protesto edip, denizcileri denize döktüğünü yazıyor.
Bu hele ki bir NATO üyesi ülkede, hele ki Boğazlar gibi Moskova için stratejik bir bölgede, kabullenilir bir şey değildir. Clarridge ise sol hareketlerle uğraşmak konusunda kendisini kanıtlamış bir uzmandır.
Türkiye'de de Hindistan'daki gibi bir planı uygulayıp uygulamadığını anılarında bulamıyoruz.
Ancak Türk solunun giderek keskinleşmeye ne zaman başladığı, Pekin yanlısı hareketlerin ne zaman ortaya çıkıp örgütlendiği, 1965'de Meclis'e Türkiye İşçi Partisi altında 15 milletvekili sokan Türk solunun bir daha belini doğrultamamasına yol açan 12 Mart 1971 darbesi koşullarına nasıl gelindiği kayıtlarda var.
Clarridge İstanbul'dan sonra 3 yıl da Ankara'da görev yapıp 1973'te Türkiye'den ayrılıyor.